“Bana, hükümdar veya kanun koyan mısın ki, siyaset hakkında yazı yazıyorsun diye soracaklara cevabım şudur: Ben ne hükümdarım ne kanun koyan. Zaten böyle olduğu içindir ki, siyaset hakkında yazı yazıyorum. Hükümdar veya kanun koyan olsaydım, yapılması gerekeni söyleyerek zamanımı kaybetmez ya yapar, ya susardım... Oy verme hakkım, bana bu işleri öğrenmek görevini yüklenmeye elverir.” Ünlü demokrasi filozofu Jan Jak Russo’nun (Jean Jacoues Rousseau) bu ifadesinin altına imzamı atarak başlıyorum.
*
Gazeteci arkadaşımız Celal Çiftçi’nin kısa ve veciz sözleri vardır. Russo kadar olmasa da hayatı ve gerçekleri anlatır, nokta vuruşu yapar. Sivri dillidir, sözünü esirgemez ama her doğruyu da her yerde söyleyecek kadar saf değildir.
Yağmur yönünden çok fakir olan Urfa’ya bu aralar aralıksız yağmur yağıp, belediye işçilerinin temizlemekte aciz kaldığı sokakların, meydanların pisliğini temizleyip götürünce, tertemiz bir hava ortaya çıkmıştı. Bir yağmur sonrası yine meydan temizlenip, hava mis gibi olunca Celal Çiftçi de pencerenin kenarına oturmuş, hem temiz havayı ciğerlerine doldurmuş hem de manzaranın neşesini almış. Böyle bir anda çekilen fotoğrafını da sosyal medyada paylaşarak, “Bu temiz şehrin havasını siyasetle neden kirletirler anlamadım” diye eklemiş. Paylaşımın altına gelen yorumlardan birine de o meşhur tespitlerinden birini “Bu şehrin yüzde 90’ı siyasetle uğraşıyor” diyerek yapıştırmış.
*
Russo’nun, siyasetle ilgilenmeyi oy verme hakkına bağlamasıyla, Çiftçi’nin “Bu şehrin yüzde 90’ı siyasetle uğraşır” tespiti değerlendirildiğinde, Urfa’da sandık başına giden seçmen sayısının tamamının siyasetle ilgilendiği ortaya çıkar ki, bu da iyi bir analist olan Çiftçi’nin ne kadar doğru bir tespit yaptığını ortaya koyar. Çiftçi’nin yakınması vardır, “şehrin kirli havasını siyasetin kirlettiğini” söyler ancak bu yakınma, eşler arasında her gün yaşanan sıradan yakınmalardan öte değildir. Kaldı ki, Çiftçi’nin ailesi en fazla siyasetin içinde olan ailedir ve kendisi de siyasetle yakından ilgilidir. O zaman şuna varırız ki, “şehrin havasını kirleten siyaset değil, kirli siyasettir”.
Ve yine şu kanıya varırız ki, nasıl şehrin havasını yağan yağmurlar temizliyor, meydanları, caddeleri pırıl pırıl bir hale getiriyorsa, siyaset de böylesi yağmurlara muhtaçtır.
O halde şehir kirli siyasetten nasıl kurtulur?
Temiz insanların siyaset yapmasıyla elbette.
Kirli çıkar ilişkilerinden uzak, şehrini, ülkesini, insanını düşünen, ben yerine tüm şehir adına biz diyen, kirli çıkarlarını korumak için tek kozu şiddet olanların karşısına “biz” diyerek dikilebilen “temiz bir toplum” ve bu topluma destek veren “temiz devlet adamları” olmadığı sürece, şehrin siyaseti kirli kalmaya devam eder. Cumhuriyet tarihinden bu yana Urfa’ın siyasi duruşunu incelediğinizde, siyasetin öyle veya böyle devlet adamlarının büyük etkisi altında şekillendiğini görmemeniz mümkün değil.
Yine bir seçim havasındayız.
Şehrin siyasi havasını kirletenlerin pis oyunlarından, vurgunlarından, soygunlarından, hırsızlıklarından, haksızlıklarından ve zorbalıklardan bu şehrin oy verme hakkına sahip olan tüm seçmenleri yani siyasetçileri haberdarlar. Hangi kirli siyasetçi nereden ne vurgunu yapmış, hangi kirli siyaset erbabı hangi kurum kuruluşu dolandırıp örtbas etmiş ve şehrin devlet adamları buna göz yummuş alem memleket biliyor. Bilmeyenler dönüp bana sormasın “kim ne yapmış” diye, bilmeyenler demek ki siyasetle ilgilenmeyen yüzde 10’un içindeler.
*
Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin göreve başladıktan sonra Urfa’yı her alanda inceledi, her sektörün analizlerini eline aldı ve değerlendirdi. Sonuçta “bu şehre ne yaparsanız yapın, eğitimde başarıyı yakalayamazsanız tüm yaptıklarınız boşa gider” diyerek, çok büyük bir eğitim seferberliği başlattı. 2017 yılının başında 393 okulu projelendirerek temellerini attırdı ve henüz bir yıl olmadan okullar hizmete girmeye başladı. İşte sorun tespiti ve çözüm budur. Analiz, tespit, hareket ve çözüm.
Urfalılar bu nedenle Vali beyi çok sevdi. Her alanda yaptığı analizler, tespitler, harekete geçiş ve üretilen çözüm.
*
Memleketin her sorunu kamu yatırımlarını yönetmek ve insanların hizmetine sunmak kadar kolay olsa, hepimiz birer Abdullah Erin oluruz da bakmayın, elimizde imkân yok. İmkândan ziyade kapasitemiz yok, eğitimimiz yetersiz, tecrübemiz yok, özgüvenimiz eksik. İlkokul ikinci sınıfa giden kızımın sınıfında okuma yarışması yapılmış. 25 kişilik sınıf içinde birinci çıkan çocuk Suriyeli bir öğrenci olmuş. En güzel Türkçe konuşmayı ve okumayı, Suriyeli bir çocuk becermiş. Sınıftaki dört Suriyeli çocuğun özgüveni zirve yaparken, bizim çocuklar kafalarını duvarlara vurmuş.
Türk, övün, çalış, güven.
Neredesin özgüven!
*
30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkan Aday Adayı olan ve Urfa’nın kaderinde bir dönüm noktası olacak başkanlık makamını ilin Valisi Celalettin Güvenç’e kaptıran Prof. Dr. Abdullah Ekinci bir yazısında diyor ki; “18. Yüzyıldan başlayıp, 1946 yılına kadar keskin bir şekilde devam eden, Urfa’nın kayıp yılları olarak tanımladığımız dönemde düşünce üretimi zayıflamış, hatta düşünceye dair kurumlar patinaj yapmaya başlamıştır. Sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler ne kadar güçlü olursa olsun, bu gelişmeleri anlayacak, inceleyecek ve ileriye dönük olarak yol gösterecek, sağlıklı düşünce üreten bir elit ortaya çıkmazsa, hiçbir gelişme sonuç vermez.”
Prof. Ekinci’nin 18. Yüzyıl dediği nedir biliyor musunuz? 1700’lü yıllar.
ABD 4 Temmuz 1776’da kurulduğunu duyururken, bizim kayıp yıllarımız başlamış. ABD bugün dünyanın süper gücü olmuş, biz hala elektrik kesintisine çözüm arıyoruz.
Nasıl isabetli tespitler yapıyoruz değil mi?
Hele bir mecliste üç beş kişi oturalım, yarım yamalak gözlemlerle yapmadığımız tespit kalmaz. Tespit tamam da, iş harekete geçmeye ve çözüm üretmeye gelince nanay.
Tarih araştırmayı çok severim. Urfa tarihini okudukça bakıyorum ki biz yüz yıldır aynı şeyleri söyleyip durmuşuz.
Peki ne zaman değişir bu kaderimiz?
İmanın şartlarından biri kadere inanmaktır!
İnanmaya devam! Kaderde ne varsa o gelir başa mı diyeceğiz?
Bence öyle olmayacak. Şehir, yakın sayılmayacak bir zamanda kabuk değiştirecek. Bu değişimi de şehrin insanlarının duygu ve düşüncelerini dile getiren entelektüelleri, gerekirse ağır bedeller ödeyerek yapacak.
Söylenecek bu kadar söz varken gel de siyasete girme.