Eskiden sokaklar daha sıcaktı. Bir kap yemek pişti mi komşuya da götürülürdü, bir evde hüzün varsa bütün mahalle yas tutardı. Acılar paylaşılır, sevinçler çoğaltılırdı. Sonra zaman değişti. Kapılar daha az çalındı, selamlar eksildi, yollar kalabalık ama insanlar yalnızlaştı.

Ama ne zaman ki bir felaket yaşandı, işte o zaman unuttuğumuz o duyguyu hatırladık. Altı Şubat’ta, yerin altı sarsılırken, aslında en çok yüreğimizdeki faylar kırıldı. O gece, bir şehir değil, bir ülke çöktü. Ama sabahında bir şey oldu… Enkazın arasından yükselen çığlıklara, binlerce el uzandı. İnsanlar hiç tanımadıkları insanların elini tuttu. Bir battaniyenin altına birlikte sığındı. Bir tas çorbayı birlikte paylaştı.

O an anladık… Biz, birbirimize tutunarak varız. Ama neden sadece yıkıldığımızda hatırlıyoruz bunu? Neden ancak enkazın başında kenetleniyoruz? Oysa bizi biz yapan şey, sadece felaket günlerinde değil, her zaman birbirimize sarılabilmemiz değil mi?

Bugün, o acının üstünden tam iki yıl geçti. Ama ateş, hâlâ düştüğü yeri yakıyor. Evini, ailesini, geçmişini kaybedenler hâlâ aynı acıyla uyanıyor. Hayata tutunmaya çalışıyorlar ama bazen bir el yetmiyor, daha fazlasına ihtiyaç var. İşte tam da bu yüzden, birbirimize daha sıkı kenetlenmeliyiz.

Depremzedeler için hâlâ yapılacak çok şey var. Onların yükünü hafifletmek için bir el uzatmak, bir çocuğun okul çantasını doldurmak, bir insanın sofrasına bir tabak koymak, umudu yeniden yeşertmek… Unutma, belki de en büyük iyilik, onların yalnız olmadığını hissettirmek.

O günü hatırla. O gece hissettiğin çaresizliği, sabahında gördüğün dayanışmayı unutma. Ve en önemlisi, sadece acılarla değil, her zaman birbirimize tutunalım. Çünkü biz, ancak birlikte güçlü olabiliriz.