Bir önceki yazımda, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İslam’ın doğru anlaşılmasına yönelik verdiği fetvalarla din anlayışında devrim yaptığı mealinde sözler sarf etmiştim.
Dinin faiz ve içki gibi konularında hassasiyetleri olup bunlara kesinlikle yaklaşmayan, her türlü görüş ve düşünceyi elinin tersiyle ittiği halde boğazına kadar kapitalist ekonomi sisteminin içerisinde bulunan dostlarımız eleştirilerde bulundu.
Kur’an’ın kesin emri olan faizi helal göstermek olmaz dediler.
Mesele; Kur’an’da faiz haram ilan edilmesine rağmen, Diyanet’in verdiği fetvayla TOKİ’den vadeli satışla ev almalarına cevaz vermesiydi. TOKİ’nin satış usulünde kalan borç yılda iki kez miktarı az çok tahmin edilebilen bir oranda artırılıyor. Oran tam olarak belli olmamakla birlikte, enflasyonun fazla yüksek çıktığı yıllarda bu oran devlet tarafından makul bir seviyeye çekiliyor. Uzun yıllar ortalamasına baktığımız zaman, TOKİ’nin borç bakiyelerinin artış ortalamasının yıllık yüzde 9 civarında olduğu görülmektedir.
Diyanet’in fetvası, TOKİ’nin satış politikası ve serbest piyasanın konut kredisine uyguladığı oranlara baktığımızda, esasen bu alım satım işinin tam da İslam’ın bahsettiği şekliyle gerçekleştiği gerçeği ortaya çıkıyor. Yani bir evi veya malı peşin alırsanız fiyatı şudur, vadeli alırsanız fiyatı şudur denebiliyor. Hatta TOKİ’de artış net olarak bilinmese de bankaların konut kredisinde bu oran net olarak biliniyor ve borç bitene kadar taksit miktarında değişiklik olmuyor.
O zaman dönelim dinin hükümlerine sıkı sıkıya bağlı olanlara soralım.
O hükümlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunuzu beyan ettiğiniz Kur’an’ın Bakara Suresi 219’uncu ayetine baktınız mı hiç?
Hani okumaya kalkınca uykunuz gelen o kitaptaki bu ayette, “… Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki, ‘İhtiyaçtan arta kalanı’ Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki düşünesiniz.”
Anlaşıldı mı acaba?
Yine Rum Suresi 39’uncu ayette faiz ve zekat birlikte anılır. “İnsanların mallarında artış olsun diye vermiş olduğunuz faiz Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla vermiş olduğunuz zekata gelince kat kat arttıranlardır.”
Bir yanımız kapitalizm ve demokrasi, bir yanımız İslam. Sadece yazdıklarımıza, fikirlerimize eleştiriler getirenler değil, tüm insanlığın yaşadığı sorun bu tartıştığımız.
Uygulamamızda durum nedir?
Kira verdiğimiz sürece ev sahibi olamıyoruz. Ancak faizli sisteme dahil olup, kira öder gibi bir süre taksit ödeyince ev sahibi oluyor ve sıkıntıdan kurtuluyoruz. Ev sahibi, iş sahibi olmayanın makul ölçüde faizli sistemle işlerini görmesi, sıkıntıdan kurtulması, ömür boyu kiracı kalmasından, çoluk çocuğuna bir ev bırakmamasından, bir iş kurmamasından daha evla mıdır değil midir? Elbette daha evladır.
Bu durumu sırf ayet hükmüne bağlayarak faizli sisteme girmeyip kiracı kalmayı benimsemek yanlış mı doğru mu diye düşünmek gerekiyor.
Gerek İslam’ın ilk geldiği yıllardaki gerekse günümüzdeki kapitalist sistem çerçevesinde Kur’an’ın hükümlerini incelediğimizde, Mekke döneminin zorlu şartlarında Müslümanlar için miktar belirtmeksizin “ihtiyaçtan fazlasını infak etme” farzının, Medine döneminde zekatla ilgili ayetler indirilince neshedildiğini, yani hükümsüz kaldığını görüyoruz. Bir başka deyişle, zamanın ekonomik ve sosyal şartları değişince, dinin hükümleri de toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenmiş oluyor.
Bugün tüm dünyada hakim olan kapitalist ekonomi sisteminin örneğine ne Kur’an’ın indirildiği dönemde, ne dört halife döneminde rastlamak mümkün değildir. Durum bu olunca Türkiye gibi bir devletin, faiz ekonomisi sistemi içerisindeyken halkın refah seviyesini yükseltmeye, talep ve beklentileri karşılamaya yönelik nasıl bir karar alması beklenebilir ki?
Yok devletin verdiği fetvayı beğenmeyip, burun çevirenlere sormak gerekir. İhtiyaçtan fazlasını infak etmeye yanaşıyor musunuz? Ticaretten kaynaklanan vergi dışında, toplumsal ekonomik dengeyi sağlamak için uygulanması gereken ve esasında varlık paylaşımı olarak tanımlanabilecek zekat müessesesini oluşturabiliyor musunuz?
Hayır, hiç birine yanaşmıyorsunuz.
Urfa’da çok yakından tanıdığım zenginlerimiz var, yüzlerce gayrimenkulünü kiraya veriyor. Bunların hepsinden kira geliri elde ediyor. İsmi bende kalsın, Karaköprü’deki kara taşlı birkaç dönüm tarlası imara girince müteahhide verip, buraya yapılan lüks 200 dairenin yarısı olan 100 daireye sahip olan insanlar var. Tapu Dairesine gidin de görün, öyle zenginlerimiz var ki, her satırına gayrimenkulünün ada, pafta, parsel ve numarası yazıldığı halde onlarca sayfa çıktısı tutanlar var.
Sayısı onlar, yüzler, binler mertebesine varan gayrimenkul ve toprak sahibi olanların varlık paylaşımı aklımızın ucundan geçebilir mi? Elbette ki hayır. Bu şekilde mal varlığı olanlar aylık 10 bin, 100 bin, 1 milyon TL gelir elde ederken servetlerine servet katmaya devam ederken, kazancı el emeği alın terinden başka olmayan fakir fukaranın “faiz haramdır” diyerek ömür boyunca yoksulluğa mahkûm kalmasını hangi din kabul eder? Eğer İslam dinini böyle anlıyorsak, o zaman yanlış yoldayız demektir.
Peygamberimizden sonra 14 asırdır var olan İslam, dört halife döneminde varlık paylaşımını bazen zorla da olsa sağlamış, zekat verilecek kriterde yoksulun kalmadığı zamanlar dahi yaşanmıştı. 12’nci İslam Halifesi Ömer b. Abdülaziz döneminde zirveye çıkan varlık paylaşımıyla, İslam alemi en müreffeh dönemlerinden birini yaşadı. Öyle ki, saraydaki lüks eşyalar beytülmala bağışlandı, köle ve cariyeler azat edildi, sütten yeni kesilen çocuklara maaş bağlandı, hapisteki insanlara kendilerine yetecek kadar maaş verildi, borçlulara yardım fonu oluşturularak borçlu olan kimsenin ölmesi halinde borçlarının ödenmesi sağlandı, evlenemeyen gençler evlendirildi, hacca gidemeyenlere yardım edildi, yolcuların konaklamaları için tesisler inşa edildi, konaklama ve iaşeleri ücretsiz temin edildi. Çiftçi ve tüccarın zararları hazineden karşılandı. Bugün olmasını istediğimiz paylaşımcı toplum, sosyal devlet anlayışının en güzel örneklerinin yaşandığı günler oldu. Hatta öyle bir duruma gelindi ki, bir yıl önce zekat verilen kimseler, ertesi yıl zekat verebilecek seviyeye ulaştılar ve İslam diyarında zekat verilebilecek derecede fakir kimse kalmadı.
Toplumun huzur ve refahını sağlamaya yönelik İslami uygulamalar saymakla bitmez.
Şimdi yeniden durup düşünmek lazım eder. Faiz ekonomisi ve tek otorite kapitalizm gölgesi altında olan İslam’ı nasıl doğru anlayacağız?
Tarihte siyasi ve askeri gücünü kullanan idarecilerin hakim olduğu ender dönemler dışında 14 asırdır mensuplarına sosyo-ekonomik huzur ve refah getirmeyen, ahlaklı bir toplum yetiştiremeyen bir din olabilir mi?
Evet böyle bir din var. Hak din olduğuna kesinlikle inanmamıza rağmen İslam dini, ne toplumun huzur ve refahını sağlıyor ne de ahlaklı bir toplum yetiştiremiyor.
Ancak bu durum İslam dininin getirdiği kurallardan değil, İslam toplumlarının dinlerini anlayamamasından, fayda-zarar ilişkisini kuramamalarından, dinin felsefesini anlayamamalarından, geçmişle bugün arasında kıyas yapamamalarından, bin yıl öncesinin içtihatlarıyla amel etmelerinden başka bir şey değil.
Yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’in indirilmeye başladığı Kadir Gecesi’nin, o kitabı anlamamıza vesile olması temennisiyle…