Bu şehir, bitik şehirdir.
Bitişik evlerin içinde, yitik insanların yaşadığı.
Şehrin bitikliği; Ülkenin, dünyanın, medeniyetlerin bitikliğidir.
Bitik şehirde, insanlar sınırlarla sınanır.
***
Göreve başlamasıyla Urfa’da çok şeyi değiştirmesi beklenen Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin’in tane tane, uzun uzun, izahatlı konuşmasını dinledikçe hem içinde ömür tükettiğimiz şehri hem de kendimizi daha iyi tanıma fırsatı buluyoruz.
Tabi bu fırsattan, onu dinleyecek sabrımız kadar faydalanabiliyoruz ayrı bir mesele.
Vali beyin toplantılarda, sohbetlerde, ziyaretlerde yaptığı konuşmaları sonuna kadar dinleyip, en ince ayrıntısına kadar yazıya dökerek gerek basın yayın organları vasıtasıyla kamuoyuna ulaşmasını gerekse bir şehrin hafızasını oluşturan arşivlere kaydedilmesini sağlamaya çalışıyorum.
Gazeteci arkadaşlar bu kadar uzun konuşmaları ne diye yazıya döktüğümü merak ederek soruyor. Cevap olarak diyorum ki; Bu konuşmalar bu şehrin hafızasıdır. Şu anda kitap dergi hazırlığı yaparken birkaç yıl öncesinin yazılarını bulduğumuzda paha biçemiyoruz. 100 yıl önceki bir belge, şehrimiz hakkında söylenmiş bir söz bulduğumuzda kitaplaştırıyoruz. Bugün Urfa’da bulunan bir Vali’nin konuştukları, söyledikleri de 100 yıl sonra hazine değerinde kaynaklar olacak. Torunlarımız 100 yıl sonra bu kayıtları incelediklerinde, Urfa’ya bir Vali gelmiş şunu şunu söylemiş, bunu yapmış diyerek yaşadıkları şehir hakkında bilgi sahibi olacaklar. Bu nedenle şehrin en büyük mülki idare amiri olan Vali’nin konuşmalarına önem veriyorum.
Gazetecilikten gelen alışkanlığımız bu.
Tarihe not düşüyoruz, şehrin hafızasını oluşturuyoruz.
Vali Abdullah Erin’in Urfa’da göreve başladığı günden itibaren halkın içinde olması, çocukla çocuk, büyükle büyük diye tabir ettiğimiz güzel hasletleri sergilemesi, gecenin bir saatinde kenar mahallenin birindeki kahvehanede oyun oynayan insanların masasına oturduğunun görülmesi elbette dikkatleri çekti. Urfalılar, “Bu Vali iyi bir Valiye benziyor” demeye başladılar.
İşte o “İyi bir Vali” nitelemesi, onun konuşmalarında bu millete aktarmak istediklerinde, bu şehre yapmak istediklerinde saklı. Buna da ancak ya doğrudan sohbetinde bulunanlar ya da söylediklerini okuyanlar şahit olabiliyor. Bu nedenle onun uzun uzun konuşmasını ben de uzun uzun yazıya aktarma sorumluluğu hissediyorum. Bu yaptığım, resmi bir vazife olduğu kadar şehrime ve şehrimin insanlarına karşı bir sorumluluktur.
Peki Vali Abdullah Erin ne diyor?
O uzun konuşmalarını okuyacak kadar vakti olmayanlar için özetleyeyim:
Bu şehrin her şeyi var diyor.
Türkiye’nin en genç nüfusuna sahip şehri burası diyor.
Türkiye’nin en verimli toprakları burada diyor.
Türkiye’de üretime, istihdama yönelik en büyük olanaklar burada var diyor.
Türkiye’nin, hatta dünyanın en değerli tarihi turistik mekanları burada diyor.
Dünyanın gözü bu topraklarda diyor.
Sonra şehrin insanlarının durumunu tespit ediyor.
Bu şehri bitiren “benlik kavgasıdır”, “çekemezliktir”, “dedikodudur” diyor.
Diyor da kim anlıyor?
Anlayan ne yapıyor?
Urfalıca söylemek gerekirse, bu şehrin sorunu “siye ne, biye ne” saplantısıdır.
Bilimsel açıklaması; Şehrin insanlarının aidiyet ve kooperatif düşünce yeteneğini kaybetmesidir.
Önceki gün basınla yaptığı toplantıdaki bir buçuk saati aşan konuşmasına sabır yetirenlerin dikkatini çekmiş olması gereken bir ifadesi vardı ki, aklı başında olanların başından aşağıya bir kova kaynar su döker gibiydi. Şöyle diyordu: “Beş yıl sonra, on yıl sonra Urfa’yı nerede görmek istersiniz, Urfa’nın hedefi nedir sorusuna bir tek cevap bulamadım... İnşallah ben görevden ayrılırken, bu şehrin en azından on yıl sonrası için bir yol haritası bırakmış olacağım.”
İlginç değil mi?
Bugüne kadar Urfa’da yaşayan hiç kimsenin düşünmediği ve sormadığı bir soru.
Urfa’yı beş, on yıl sonra nerede görmek istiyorsunuz?
Sabah kahvaltısında akşam ne yiyeceğini düşünen, hafta sonu yapacağı çömlek yemeği için bir hafta hazırlık yapan Urfalı’nın, 5-10 yıl sonrasına dair hiçbir düşüncesinin olmaması gerçekten çok ilginç.
Vali Erin’in beş aylık görev süresinde ne insanların içinde olması, ne makamının kapılarını gece gündüz insanlara açması ne de hayata geçirilen projeleri bu tespit kadar önemli değil bence.
Vali Erin, bu tespitini ifade ederek; Urfa’nın, Urfalının ağzına burnuna su çekmesini, tüm vücudunu yıkamasını istiyor! Öyle bir yıkama olmalı ki, iğne ucu kadar kuru yer kalmamalı.
***
Vali bey, yaşadığı, acısını çektiği bu bölgenin makus talihini değiştirmek isteyen, bu yolun uzun, zorlu ve meşakkatli bir yol olduğunun farkında biri. Tespitlerini ve yapmak istediklerini yapabilir mi yapamaz mı, bu şehirde ne kadar görev yapar bilemeyiz. Ancak şu kesin ki, onun bu tespitleri ve uyarıları Urfa’nın ve Urfalının kaderini mutlaka değiştirecektir.
Vali beyin uyuşmuş beyinlerimizi yakan tespitlerinden sonra şehrin bitikliğini, tükenmişliğini yeniden değerlendirdiğimizde, gerçekten de bitişik evlerin içinde yaşayan yitik insanlar olduğumuzu, medeniyetler doğuran bir şehrin insanlarının “tükenmişlik sendromu” ile yaşadığını ve depresyonunu sürekli yemek yiyerek yenmeye çalıştığını görebiliyoruz.
Değil başka ülkeleri, başka şehirleri görmek, farklı medeniyetlerle tanışmak ve o etkileşim ile yaşadığımız şehri değiştirmek, çocukluğumuzdan gelen tembihle bir sokak öteye “öbür mahalleye” gitmemizin bile yasak olduğu, hayatımızın anlamsız sınırlarla kısıtlandığı bir yaşam biçiminin mahkumu olduğumuzu da üzülerek tespit ediyoruz.
Ama iyi ve sevindirici olan bir husus var ki, bizler haşarı çocuklardık.
Mahalle sınırı yasaklarını deler, başka mahalleden arkadaşlar edinirdik. Gençliğimizde başka şehirlere kaçar, biraz oralarda yaşar sonra şehrimize dönerdik. Sayımız az da olsa okumaktan geri kalmayanlardık, dolayısıyla bugün yazabiliyor ve böyle gelmiş böyle gitmez diyebiliyoruz.
Elbette böyle gitmeyecek. Ne mutluyuz ki böyle gitmesini istemeyen bir hükümetimiz ve devlet büyüklerimiz var.
Öbür mahalleye gitmesi yasak olan babaların çocukları, uçaklarla Çanakkale’ye, Trabzon’a, İstanbul’a gidiyor artık. Henüz onbeşinde evlenip hayatlarının baharında ana olup, çocuklarıyla büyüyen anaların  kızları uçağa binip Avrupa şehirlerini gezip evine geri geliyor. İşte bu nesli uyarmanın, destek olmanın, onlardan çok beklentinin olduğunun farkına varmalarını sağlamanın zamanıdır. Bu nesli uyarıp, harekete geçirmezsek 100 yıl sonra da “Zira Urfa eski hamam eski tas” türküsünü söylemeye devam edeceğiz.
Gusül niye gerekli?
Yaz demediniz, kış demediniz eğlendiniz.
Rakı içip, şarap içip sallandınız.
Kız demeyip, dul demeyip evlendiniz.
Ağzınız yandı, sevda bizden pas dediniz.
Şimdi kalkın gusledin bari.
Burnunuza çektiğiniz su, beyninizi uyarsın.
Vücudunuz da su değmemiş yer kalmasın.
Siz temize çıkın ki, şehriniz de temizlensin.