Özellikle gezilerimde program yapmayı sevmem. Programlamak, programlanmak makinelere özgüdür. Belli bir kuralın dışına çıkılmaz. Sıkıcıdır programlar. Ne olacağı başından bellidir. İnsana göre değildir. Hele sıkıcı ortamlardan uzaklaşmak, şehrin dışına çıkmak, bir iki gün kafa dinlemek söz konusu olunca programlanmış işleri konuşmak bile istemem.

Bir kere, gezi programı yapabilmek için programsızlık şarttır. Bilmediğin bir işi zaten programlayamazsın. Filan şehre gideceksen, yol üzerinde ne var ne yok bilmen gerekir. Nereye gidersen iyi dinlenirsin, nereye gidersen yeşille buluşur, nerede olursan denize girebilirsin diye daha önceden bilmiyorsan program yapman da boşunadır.

Önceki gün Ankara’daki bir işimiz nedeniyle iki arkadaş yola çıkacaktık. Yanımıza bir üçüncüyü de alıp yolumuzu şenlendirelim derken, dördüncü kişinin de Konya’da işi çıktı. O da bize katılınca arabaya binip dört kişi yola çıktık. Üç kişi olunca sırayla arka koltuğa geçip biraz uyumaya çalışsak da dördüncü kişi de olunca benim uyuma işim tamamen hayal oldu. Diğerleri oturdukları yerde de uyuyabildikleri için pek sıkıntılı değillerdi. Sabah erken saatlerde Konya’ya vardık. Kahvaltıdan sonra arkadaşı Konya’da bırakıp, Ankara yolunu tuttuk. Öğlen vakti sanayi usulü yemeğimizi OSTİM’de yedikten sonra Ankara’da işimiz kısa sürdü. Aracın başına geldiğimizde arkadaşın biri “programımız ne?” diye sormaz mı..

Yola çıktık. Konya’ya vardığımızda akşamdı. Etli ekmek faslından sonra çay içmeyi bile unutup yola devam etmek istediler. Hop dedim. İki gündür yol gidiyoruz bir saat uyumamışım. Acelemiz ne, nereye ne yetiştiriyoruz? Gelin bir otelde sabaha kadar uyuyup, sonra yola çıkalım dedim. İkisi kabul etmedi. Hem de gözlerinden uyku akar halde inat ettiler. Uykulu uykulu yol gitmeyin desem de ikna olmadılar. Gelen gelsin, gelmeyen gelmesin. Ben oteldeyim deyince bir arkadaş da bana katıldı. İkisi bir süre daha arabada durduktan sonra basıp gittiler.

İki kişi odamıza yerleştik. Güzelce sıcak duşumuzu aldık, çaylarımızı içtik. Yataklarımıza uzanıp bir süre televizyon seyrettikten sonra sabaha kadar derin bir uyku çektik. Otelin konforu öyle iyiydi ki, o yorgunluktan sonra derin bir uyku ancak bu kadar güzelleşebilirdi. Sabah kalkıp kahvaltıya indik. Açık büfede bir tek kuş sütü eksik dersem yalan olmaz.

Arkadaşın akşam en geç 22.00’de Urfa’da olması gerekiyordu. Bu nedenle hemen yola çıkmamız gerekti. Bir minibüse atlayıp Konya otogarının yolunu tuttuk. Konya’nın yollarının genişliğini bizim Urfa ile kıyasladık. Alaaddin tepesini Abide kavşağına benzettik. Otogara ulaştığımızda Urfa’ya en enken aracın saat 13.30’da olduğunu öğrenince alternatif aramaya başladık. Niyetimiz erkenden Konya’dan çıkıp, Antep’te bir arkadaşa uğradıktan sonra Urfa’ya geçmekti. Ama Konya’dan 13.30’dan önce çıkabilme şansımız yoktu. Antep’teki arkadaşı arayıp, kendisine uğrayamayacağımızı, Urfa’ya yetişmemiz gerektiğini söyledik. O anda bir sürpriz ortaya çıktı. Antepli de Karaman’daymış. Bir makine almak için geldiği Karaman’a gelmemizi, birlikte dönebileceğimizi söyledi. Konya’dan Karaman’a yarım saatte bir araç kalkıyor. Hemen biletimizi kesip Karaman’a doğru yola çıktık. Bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Karaman otogarında indik. Yaklaşık bir saat sonra da Antepli arkadaş bizi aldı. Doğruca yola çıktık. Saat 13.30 sularıydı. Mut üzerinden Silifke-Mersin-Adana-Antep güzergahından gidelim dedi. Öyle yapıldı. Torosların zirvelerinin geçtiği bu güzergahı çok seviyordum. Göz alabildiğine yeşillik, çam tohumunun düştüğü yerden yeniden yeşerdiği, Göksu nehrinin bulanık sularının bir ileri, bir geri kıvrıla kıvrıla denize yol aldığı bu bölgeden bir iki yıl önce yine geçmiştim. Aynı yoldan tekrar geçmek güzel olacaktı. Yolun büyük kısmı bu kez duble yol yapılmıştı ve daha rahattı. Çoğu viraj ortadan kalkmış, ulaşım rahatlamıştı. Saat 17.00 suları Silifke sahillerinden geçerken Antepli “Denize girmiyor musunuz?” dedi. Bizimki “olur..” dedi. Hemen şortları giyip denize koştuk. Arkadaşları da bekletmemek için deniz faslını kısa tuttuk. Duşumuzu alıp giyinip tekrar araca geldiğimizde Urfa’ya yetişme telaşı sardı. Yetişirim, yetişemem hesapları yapılırken bizim arkadaşın yüreği hopluyordu. Antepli arkadaş da iki gündür yollarda olduğundan bizi Urfa’ya ulaştıramayacaktı. O anda bir çözüm düşündük. Biz Antep’e yetiştiğimizde bir araç gelip bizi alsın ve Urfa’ya yetiştirsin dedik. Arkadaş bir iki kişiyi arasa da çözüm bulamadı. Saat 19.00 olmuştu. Telefonu arayıp, çocukluk arkadaşım, can yoldaşım Mehmet’i aradım. “Müdürüm, hemen çıkıp Antep otobanından bizi alabilir misin?” dedim. “Şimdi mi?” dedi. Evet deyince “A yola çıktım” dedi. Otobanın Gaziantep Batı çıkışında gişelerden çıkınca beklemesini istedim. Saat 20.00 suları biz de orada olduk. Tam kafa kafaya yetişmiştik. Anında araç değiştirip Urfa’ya doğru devam ettik. Yolda giderken mevzunun ne olduğunu

anlattık. Gaz almak için bir petrolde durduğumuzda sıcak çaylarımızı da alarak yola devam ettik. Urfa’ya vardığımızda saat 21.00 olmuştu. Tahminimizden bir saat önce Urfa’ya yetişmiştik. Urfa’dan gelip bizi alan arkadaşa duyduğumuz minnetten bahsettik, teşekkür ettik.

İnsanın darda kaldığı anda yetişen, sıkıntıda olduğu anda sıkıntısını çözen bir arkadaşının, bir dostunun dünyalara bedel olduğunu böylece yine anladık. Mehmet 28 yıllık dostum. Mahalle arkadaşım, okul arkadaşım, can kardeşim biri. Bazıları gibi hiçbir zaman kıvırmadı, hiçbir zaman dostları için seferber olmaktan tereddüt etmedi.

Allah onun da, dostlarının her an imdadına koşan herkesin de işini gücünü rast getire.

Hepinizin Mehmet gibi bir dostu olması temennisiyle.