Arap kültür ve medeniyetinin din alanında baskın olduğu şehirlerin başında gelen Urfa da bundan ziyatesiyle nasibini almaktadır. Gün geçmez ki sakallı, sarıklı, cübbeli bir şahıs ile devlet erkanının yan yana fotoğrafı görüntülenmesin. Bir bakıma, dinden beslenen bu oluşumların temel gayesi de kafa sayısını artırarak siyasal/ekonomik güç oluşturmaktan öte olmadığı da aşikardır. Dolaysıyla bu biriliktelikler, aynı fotoğraf karesinde görünmek iki tarafın da işine gelmekte. İdare, onların yanında görünüp bazı lütuflarda bulunarak desteğini almayı sürdürürken, idarecileri yanlarında bulan bu kesim de sıkıntı anında tek telefonla işini halledecek kapasiteye doğal olarak ulaşmış olur.
Engizisyon mahkemelerinde yargılanarak idama mahkum edilen ve yakılarak hayatı sonlandırılan İtalyan Düşünür Giardono Bruno (Ölm.1906) “Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar” diyerek bir tespitte bulunmuş. Bruno’nun bu tespitini değerlendiren Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ise; “Bu, şu demektir: Din eksenli bir toplumda kitle, ana başlık altında üç tip insandan oluşuyor:
1. Allah ve din adına hegemonya peşinde koşmadıkları (hatta Allah adına hiçbir iddiada bulunmadıkları) halde sürekli iyilik ve güzellik üretenler,
2. Tüm iddiaları Allah adına olduğu halde sürekli kötülük ve haksızlık üretenler,
3. Hiçbir şey üretmeden yiyip içerek gün geçiren ot takımı.”
Kiliseyi ve din adamlarını eleştirdiği için Roma’da diri diri yakılarak idam edilen Bruno, daha sonra onu yakan zihniyet tarafından ihya edilir. Külleri törenle gömülerek adına anız mezar yapılır.
İslam inancının çağdaş yorumlara ve dünyaya en doğru şekilde yapıldığı ülkelerin lideri halindeki Türkiye de ne yazık ki Roma Engizisyonu benzeri uygulamalardan kurtulmuş değildir. Batı dünyasının aforoz sistemi, İslam aleminde de nazari olarak yaşatılmaya devam etmektedir.
Dışa kapalılık, inat, eleştiri kabul etmezlik, dar kafalılıkla kanserleşmiş olan günümüzün büyük müslüman kesimleri akıl, mantık ve iman dışı birçok gerekçe ile pasif varlıklarını sürdürmekte, ırk ve takva gibi hususları ölçüt olarak koydukları liderlerinin izinde gitmeye devam etmektedirler.
İslamın, ırk temelli yozlaştırılması Arap dünyasında en bariz şekliyle ortaya çıkmış ve dünyaya yayılmıştır. Oysa Kur’an, herhangi bir ırkın üstünlüğünü ileri sürmeye asla izin vermemiştir. Söz konusu ırktan bir peygamber gelmiş olması bu ölçüyü değiştirmenin gerekçesi de olamaz. Çünkü Kur’an’ın beyanına göre, içinden nebi gelmemiş hiçbir ırk yoktur. Tüm ırklardan bir veya birkaç nebi gelmiştir.Kur’an, peygamberleri şu veya bu ırka mal etmeye olanak tanımaz. Peygamberlerin ırkı, boyu, soyu, coğrafyası, iklimi, rengi ve bölgesi hiçbir önem taşımaz. Çünkü peygamberlik kazanılarak elde edilen bir kurum, makam değildir. Bu nedenle maddi ölçüler ile değer veya mertebe kazanmaz. Kur’an gerçeği bu olduğu halde İslam alemi Arap ırkçılığını eksen alan bir gelişme seyretmiştir.
Günümüz toplumunda bile bu uzantı devam etmekte, ilim, kültür, takva gibi ölçütler bile baz alınmadan kişilerin seyyidlikleri, şeriflikleri bir makam/mevki konumuna yükseltilmiştir. Osmanlı döneminin sonuna kadar bu kesimler vergiden muaf tutulmuş, işledikleri suçlarda bile neredeyse yargıdan bile muaf tutulmuş, bol bol toprak ve servet sahibi yapılmışlardır. Dine saygı ve bunun oluşturduğu duyusal zemini, Arapların üstünlüğüne basamak yapan bu aldatma, Arapları sevmenin bir din emri olduğunu da iddia etmekte. Oysa bu Kur’an’dan hareketle mümkün değildir.
Kişi takvalı olsa bile, bu toplumsal bir ölçüt olarak zaten kabul edilemez. Takva, Allah’a olan yakınlık derecesidir ve kişi ile Allah arasında işleyen bir değer ölçüsüdür. Kişinin takvasını, bir diğer kişi ölçemez ve bunu ölçüt alarak lider/öncü edinemez. İnsanlar arasındaki üstünlük ölçüsü; liyakat, adalet ve gayret olarak değerlendirilebilir.
Dolaysıyla ölçütler değiştirilmelidir. Aksi takdirde günün mevcut siyasi hareketlerinde abdestsiz namaz kılıp insanlara takva gösterisi yapanlar, hacca gittiği halde türlü sahtekarlıktan uzak kalmayanlar, insanlığın ve yaşadığı toplumun başına bela olmaya, önlerini tıkamaya, işinde ehil olanların işini zorlaştırmaya devam edecektir.
Sonuç olarak diyoruz ki, devlet hizmet mekanizmasında takvayı, dindarlığı, soyu değil, liyakatı, adaleti ve gayreti esas almalıdır. Aksi hüsrandır.