Çocuklarla zaman geçirmek, onlarla sohbet etmek, hikayeler anlatmak ufuklarının açılması için çok önemli. Çocuklara biraz zaman ayırıp, onlarla sohbet ettiğinizde ne çok şeye yabancı olduklarına şahit olacak, beton duvarlar arasında tabiattan uzak büyümeye mahkum olduklarını anlayacaksınız.

Önceki akşam çocukların elinden tablet bilgisayarlarını alıp bir tarafa koydum, televizyonu da kapatıp balkonda çay içerken onlara bizimle birlikte yaşayan hayvanlar hangileri diye sordum.

Güvercinler, serçeler, kediler ve evdeki muhabbet kuşunu saydılar. Daha sivri zeka olan kızım dahasını ekledi, kertenkeleler, hamamböcekleri ve sinekleri de hayatımıza dahil etti. Konu köpeklerden açılınca, köpek meraklısı olan oğlum “baba sen hiç köpek besledin mi?” diye sordu.

Dur anlatayım size dedim. Henüz Urfa köylerine elektriğin gitmediği 90’lardan önce yaz tatilimin hemen hemen tamamı köyde, bağda bahçede geçerdi. Karnemi aldığım gibi kendimi köye atardım. Dedem ve nenemle doya doya bir üç ay geçirir, okulların açılmasına iki gün kala şehre geri dönerdim.

Çocukluğumun köyde geçen zamanlarında kocaman bir köpeğim de vardı. Hem de kangal çeşidiydi. Kimsenin yanına yaklaşmaya cesaret edemediği, yoldan geçen arabaları havlayarak kovalayan aslan gibi birşeydi. Nenem her sabah ezan okunmadan kalkar, hamurunu yoğurup dinlenmeye bırakır. Namazını kıldıktan sonra gün açılmadan önce ekmeklerini pişirirdi. O sırada ben de kalkar köpeğimin istihkakı olan iki ekmeği alıp önüne koyardım. Güzelce yedikten sonra şlap şlap suyunu içer, ondan sonra akşama kadar peşimden ayrılmazdı.

Gün boyu, at, eşek, koyun, keçi, ördek, kaz, hindi, tavuk, horoz, civciv kovaladığımı, çocuklarla akşama kadar toprak sahada top oynadığımızı anlattım.

Sabah gün doğmadan kalkıp köpeğime iki ekmeği verdikten sonra bir kap dolusu buğday getirir, kümeslerinden çıkmaya başlayan tavukları yemlerdim. En az 20 tavuk, 3-4 tane de horoz olurdu. Bazen horozları güreşe tutturur, öğlene doğru kümesin içine girerek hergün en az 10 yumurta toplardım. İkindi vakti koyun sağmaya gidenlerle gider, süt dolu kovaların taşınmasına yardım ederdim.

Dedemin beyaz bir Şam eşeği vardı. Şimdi nasıl lüks araçlara binmek varlık göstergesiyse o zamanlar irice hayvanlara sahip olmak bir ölçüttü. Maddi gücü az olanlar küçük, sıska eşeklere binerken dedem bazen aylarca binebileceği bir eşek arardı. Başka köylere haber salır, böyle bir eşeğe ihtiyacı olduğunu, parasını fazlasıyla ödeyeceğini söylerdi. Sonuçta boyu ata yakın olan koca bir beyaz eşek alır, en güzel ve yeni bir palan üzerine atar onunla bağa bahçeye gidip gelirdi.

Köyde para da kullanılmazdı. Hiç kimsede para yoktu zaten. Ekmek için buğdayı eker, biçer, öğütür sonra ekmek yaparlardı. Mercimek, nohut, fasulye, mercimek gibi tüm ürünler de köyde ekilir, toplanır ve yenmek üzere depolanırdı. Köye yağ bile alınmazdı. Koyunların sütünden sade yağ çıkarılır o yenirdi. Yalnız kızartma yapmak ve bazı yemekler için zeytin yağı çarşıdan alınırdı ki, o zamanlar bizim köy civarında zeytin ağacı yoktu. Köyde dediğim gibi para hemen hemen hiç kimsede yoktu. Ama herkesin karnı tok, sağlığı yerindeydi. Elektrik olmadığı için elektrik parası diye bir sorun yoktu, doğal olarak buzdolabı, televizyon, ampuller, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi elektrikle çalışan hiçbir cihaz da yoktu. Köye dondurma satmaya gelen at arabalı çerçiye yumurta, buğday veya mercimek vererek birer külah dondurma alırdık.

Köyümüze gelen leylekler, köyün içinden akan iki dereden balık avlamamız ve yüzmemiz, kırlangıç kovalamamız, tavşan kovalamamız ve daha binlerce maceradan sadece bir kaçıydı.

Çocuklar anlattıklarımı büyük bir dikkat ve merakla dinlerken, geceleri nasıl yattığımı sordular.

Evin damında, üzerimize yorgan örterek yattığımızı söylediğimde oğlum atıldı, “Yıldızlar nasıldı?” dedi.

Evin balkonunda yatarken yıldızları seyretmek için ışığı kapattığımı biliyor. Karanlıkta yıldızların daha çok görüneceğini bildiğinden köyde elektrik olmadığı için yıldızların daha çok görüneceğini düşünmüş. Yıldızları da anlattım ona. O zamanlar gökyüzü ışıl ışıldı. Samanyolu görünür, milyarlarca yıldız gökyüzünü pırıl pırıl yapardı. Ay olmadığı zaman yıldızların ışığı bile ortamı aydınlatmaya yeterdi dediğimde gözleri parladı.

Hikayemizin arasındaki can alıcı noktalardan biri de köpeğe her sabah verdiğim iki sac ekmeğiydi. Bu kısmı anlatırken oğlum yine araya girmiş, “Sac ekmeğini ben bulamıyorum, sen hergün köpeğe veriyormuşsun” dedi.

Çocuklar uyuduktan sonra üzerlerini örterken onlara öyle acıdım ki.

Binanın bahçesinde beslediğim üç beş kedi sayesinde hayvan gören çocuklar, ne kadar da şanssızlar.

Bence çocuklara biraz şans vermek bizim elimizde.