1952 yılında yazmaya başlayan, Urfa’nın yaşayan tarihi, “Başka Urfa Yok”un yazarı Naci İpek ağabeyimiz gazeteye bıkmadan usanmadan yazılarını gönderir, yazı tuşlandıktan sonra bir de tashih için görmek isterdi. GAPGündemi’nde çalıştığım zamanlar da yıllanmış banka dekontlarının, ticari saklama süresi dolmuş faturaların arkasına el yazısıyla yazdığı köşe yazılarını çoğu zaman bizzat kendisi getirirdi. Hiçbir zaman temiz bir kağıdı o mükemel yazılarına müsvedde olarak kullandığını görmedim. Bu tutumuyla bize tasarrufun önemini uygulamalı olarak gösterirdi. Yaşça benden genç olanlar, gerek el yazısı olmasından gerekse eski tabirleri sık kullanmasından dolayı yazılarını pek çözemese de rahatlıkla çözer ve kendisine sunardım. Tuşladığım yazısını çoğu zaman düzeltme gereği duymaz, bazen bir iki noktalama düzeltmesi yapardı ve ben de kallavi bir tebrik alırdım.
Naci ağabey henüz ben dünyada yokken yazılarına konu ettiği sorunları, ben kırklara merdiven dayadığımda halen yazıp duruyordu. Sohbetlerimizde gazeteleri, köşe yazılarını kimsenin okumadığından yakınsa da yazmaktan geri kalmıyordu. Ama yazıları Urfa bürokrasisinden tutun Başkent kulislerine kadar ses getiriyordu. Yazısını yazmak için özel bir zaman ayırıyor, bazen evde başladığı yazısına Özlem Kitabevi’nde devam ediyordu. Yazı yazmak onun için özel vakit ayrılması gereken, üzerinde düşünülmesi, söylenmesi gereken sözün yazılması, meselenin tam olarak aktarılması gereken bir işten ziyade vazife gibiydi.
Naci ağabeyden bahsederken onun kalem tarzından da kısaca bahsetmeden geçemeyeceğim. Naci ağabey meselelere oldukça hakimdi. Bilmediği konu hakkında araştırmalarını yapar, bilenlere danışır, işin doğrusunu öğrendikten sonra ancak yorumunu yapardı.
Yazılarının arasında en çok gündeme getirdiği konu Karakoyun Deresi , Eğitim ve GAP’tır diyebilirim. Henüz 7-8 yaşlarındayken Naci ağabeyden okuduğum “Karakoyun Deresi” konulu yazılarını 35 yaşıma geldiğimde de okuduğumda derenin üzerine Ahmet Bahçivan İş Merkezi yapılmıştı. Ne kadar yazıp çizse de o binanın yapılmasına engel olamamıştı. Ama Naci ağabey bu kez o binanın o derenin üzerine yapılmaması gerektiğini, çocukluk yıllarında derenin taşarak Köprübaşı’na deveyi bile getirdiğini gördüğünü yazıyordu.
Naci ağbeyin sağlığı son zamanlarda kötüydü. Ciddi bir beyin ameliyatı geçirmişti. Sanırım sağlığına kavuşup, eline kalemi alınca ilk yazacağı konuların başında yine Karakoyun Deresi gelecektir. Yazacak olsa, Karakoyun Deresi üzerine Millet Köprüsü yanında yapılan demir köprülerin ucube olduğunu, Ahmet Bahçivan İşmerkezi’nin bir an önce yıkılması gerektiğini, restorasyonu tamamlanmak üzere olan Millet Hanı’nın önünün açılmasının lazım olduğunu, Karakoyun’a temiz su bırakılmasının elzem olduğunu vurgulardı.
Konu Urfa olunca bir derya diyebileceğimiz Naci ağabeyimizi bu yazıyı yazdıktan sonra aradım. Halini hatrını sordum. “Hamdolsun, iyiyim” deyip herkese selamlarını söyledi. Yazıma kendisini konu ettiğimi, yazdığı yazıları hatırladığımı söyledim. Bunun üzerine sanki yarasını deştim. Urfa aşkıyla yanan yarasının kabuğuyla oynadım, hatta kanattım.
“Ah İbrahim. Uzaktan seyrediyorum Urfa’yı. Yazılacak neler var neler. Kimsenin yazmadığını, suya sabuna dokunmadığını görüp kahroluyorum” dedi.
Gençlik yıllarını hatırladı, Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat haberini İstanbul’a nasıl geçtiğini, GAP için neler neler yazdığını anımsattı.
Kendisini fazla yormak istemedim.
Urfa için zengin bir arşiv özelliği taşıyan, 1952 yılından bu yana yazdığı yazılarını bir arada toplayarak herkesin istifadesine sunmayı tasarlayan projemi anlattım. “Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin, henüz siz hayattayken böyle bir projeyi gerçekleştirirsek eksik olabilecek çok şey ortadan kalkar. İstediğimiz gibi bir proje olur” dedim. Çok memnun oldu. Urfa’ya gelince tüm arşivini bu proje için açacağını söyledi.
Şimdi sabırsızlıkla Naci İpek ağabeyimizin Urfa’ya dönmesini bekliyorum. Bakalım o arşivden neler çıkacak. Az değil, 60 yıllık birikim, hayat tecrübesi, şahitlik..