Toplum olarak yüzyıllardır bir travma yaşadığımızın farkında mısınız?
Nasıl travma yaşamasın ki bu toplum.
Varlığını savaşlarla sürdüren, yaşamak için savaşan, savaşmak için asker olarak doğan bir milletiz.
Belki de dünyada hiçbir toplum savaşla bizim kadar barışık olamaz.
Türk toplumu öyle bir hayat yaşamış ki, kendi toprağına saldırı olmadığı zamanlarda bu kez fetih amacıyla başka topraklara girerek savaşmaktan geri kalmamıştır. Savaşı bir sanat olarak icra eden, varlığını savaşarak sürdüren bir toplumun, bu nedenle travma yaşaması normalde kabul edilemez.
Ama günümüz savaşı kahpecedir.
Hain içeridedir.
Savaştan uzak bir toplum için savaş, ölüm, kan, patlama, barut, yıkım travmalara neden olur. Bu durum, bireylerin ruhsal ve bedensel sağlığını önemli ve farklı biçimlerde etkiler, kalıcı izler bırakır. Post Travmatik Stres Bozukluğu (PTSB) tanısıyla 1970’lerde tanışan dünya, ABD askerlerinin Vietnam savaşı sonrası bu konuyu araştırmaya başlamıştı.
PTSB araştırmaları, travma yaşayan bireylerin bu rahatsızlığının akut hale geldiğini, yaşamının sonraki yıllarında da bu travmanın etkisi ile çeşitli problemler yaşadığını ortaya koydu.
Normalde ruhen ve bedenen sağlıklı bireyler oldukları halde yaşadıkları doğal afet, felaket, ciddi kazalar, yangın, ölüm, işkence, terör gibi birey ve toplum yaşamını tehdit eden olaylar karşısında muhakkak ki stres birikmesi olmaktadır. Birikme, birden bire ortaya çıkabiliyor, tetikleyici unsurlar azaldıkça azalıyor ve geçiyor. Travmatik stres yaşayan toplumun en önemli belirtisi, korku. Bunun yanında çaresizlik, tükenmişlik, dalgınlık, donukluk, ilgisizlik, kişilik bozukluğu gibi durumlar yer alıyor.
Toplumsal hale gelen stres bozukluğu, anımsamayı, düşünmeyi ortadan kaldırıyor. Klinik olarak üç aydan fazla süren bu bozukluk kronik hale gelirken, toplumdaki bozukluğun yıllardır sürmesinin etkisini ve sonuçlarını hesap etmek ne kadar zor olsa gerek.
İşte bu travmatik stres bozukluğu, kişileri sürekli endişeli, kaygılı, korkulu, çaresiz, dehşet içinde yaşayan, aile, ev, iş, yakın ve uzak çevre ile ilişkilerini olumsuz etkileyen, güven duygusunu ortadan kaldıran, başarı, çalışma gücü ve çabasını bitiren en önemli nedendir.
Bugün Türkiye’de saydığımız nedenlerle travma yaşamayan bir tek birey gösteremeyiz.
 Genel görünüm ve davranışları, konuşma ve ilişki kurması, duygulanması, bilişsel yetileri, düşünce akımı ve içeriği tamamen bozulmuş bir toplumdan başkasını görmek mümkün mü?
Bireylerin hiç biri genel görünümünden rahat değildir. Saçı sakalıyla, üstü başıyla, ayakkabısıyla sürekli bir değişim yaşayıp görünümünü toparlama telaşı içindedir. Kırk tane evin yer aldığı bir apartmanda yaşayan kişilerin birbiriyle konuşma ve ilişki kurması artık pek nadirdir. Duyguları sadece kendi menfaatlerini kollamaya yönelmiş, empati yapma yeteneği kaybolmuştur. Aynı şeyleri tekrarlamaktan bıkmamakta, bilişsel yetisini geliştirmemekte, zihin karışıklığı ve yönelimlerinde bozukluk devam etmektedir. Olaylar ve durumlar karşısında düşünme yeteneği zayıflamış, bu nedenle tedirginlikleri had safhaya ulaşmıştır. Bireyler, kendilerini düzeltme yerine çevreyi suçlamaya yönelmişlerdir.
Bireysel rahatsızlığın tedavisi ve tedavideki başarı oranı yüksek olmasına rağmen, toplumsal bir travmada tedavi nasıl olacaktır. Hele toplumu oluşturan bireylerin bu rahatsızlıklarının farkında olmayışları, süregelen bir hastalıkla hayatlarını devam ettirmeleri gelecekte ne gibi sonuçlara yol açacaktır?
Günümüzde hemen her gün yaşanan terör olayları, günden güne artan şehit sayısı, ülkenin yanı başında yaşanan savaşlar, yıkılan yuvalar, dağılan hayatlar karşısında sessiz ve tepkisiz bir toplum ortaya çıkmıştır. En basitinden ülkemizde yaşanan mülteci sorununa toplumsal bakış, sadece bu kişilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, topluma adaptasyonları yönündedir. Oysa bölgedeki benzer mülteci akınlarında toplumların yapısı değişmiştir. Taliban, Boko Haram, El Kaide, DEAŞ gibi oluşumların tamamı, mülteci konumuna düşmüş toplumlardan beslenmektedir. Türkiye’de yaşayan resmi rakamlara göre 3 milyonun üzerindeki mültecinin 2 milyona yakını çocuk yaştadır. Kendi çocuklarımız sorun olarak büyümeye devam ederken mülteci olarak ülkede bulunan 2 milyon çocuğun gelecekte alacağı pozisyon kimi endişelendiriyor?
Psikiyatristler, kişilerin uyku halinde yüksekten düşmesinin nesiller önceki atalarının yaşadığı düşme etkisini genler yoluyla bugünlere aktarılmış bir anı olarak devam ettiğini ortaya koyarken, binlerce yıldır savaş içinde yaşayan bir toplumun bilinçaltında neler vardır acaba?
Sırf; yol verme, yan bakma gibi bahanelerle insanların birbirini öldürdüğü bir toplumda sağlıklı bireylerden bahsetmek mümkün mü?
Hiç şüphesiz toplumsal bir travma yaşıyoruz ve bu travma toplumsal boyutta her kesimi rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığın farkında olmamız, birey olarak kendimizi toparlamamız, gerekirse tedaviye başlamamız şarttır.
Unutmamalıyız ki, toplumu oluşturan bireylerdir. Bireylerin farkındalığı, toplumu değiştirecektir.