“Sanat”, maddenin ekonomiye kazandırılma süreci, “sanatçı” bu işi yapan, “sanayi” ise işin yapıldığı alandır dersem, herhalde literatüre bir katkım olur.
El becerisi, eğitim ve mucitlik isteyen çalışmalara genel anlamda sanat diyoruz. Ahşap bir biblonun aşamalarını izlediğimizde, biri toprağa tohumu ekerek sulayıp bakımını yaparak bir ağaç yetiştirir. Ağacı iyi yetiştiren o işin sanatçısıdır. Biri gelir o ağacı usulüne uygun keser. Kesme işini sıradan biri yaparsa büyük ihtimal ağaç üzerine devrilecektir. O ağacı hızardan geçirerek güzel bir kereste haline getiren de sanatını konuşturur. Keresteyi eline alıp tasarladığı işe göre kesip, oyan, işleyen biblo haline getiren de sanatını icra eder.
Yine sanayideki her iş kolu, her çalışan sanatın bir kolunu icra etmektedir.
Sanayideki kaportacı, oto boyacı, şanzımancı, tornacı, kaynakçı, matbaacı da bir sanatçıdır dersem, yaptığı iş hiç kimseye fayda vermeyen sözde “sanatçı”lar, kendine bile faydası olmayan eserler üretip, sanatçı diyerek boy gösterenler, pohpohlanmak isteyenler zırvaladığımı söyleyecek, sanattan sanayi olur mu diyerek cehaletlerini gösterecekler.
Ama bendeki inat keçiyi kıskandırır.
Tutun memleketteki ressamları, taş işçilerini bir araya getirin. Onlara çalışacakları bir ortam hazırlayın. Adına da resim sanayi sitesi deyin bakalım oluyor mu olmuyor mu? Yada taş ustalarını bir araya getirin, dağlardan koparılan taşlar buraya getirilsin işlensin. Bakalım taş sanayi olur mu olmaz mı? Bal gibi de olur.
Ressam dediğin tuvale, kağıda boyayı sürerek ortaya bir görüntü çıkarıp sanatçı oluyor da oto boyacısı macunu, zımparayı, astarı, boyayı, tineri, pastayı fırça, bez, pompa gibi aletler kullanarak mükemmel bir eser ortaya çıkarınca neden sanatçı olarak kabul edilmesin. Hem bu işi iyi yapan ustaya “çok sanaatkâr” demiyor muyuz?
Birazdan Şanlıurfalı Ressam Muharrem Çelik’in Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Sergi Salonu’ndaki kişisel resim sergisinin açılışına katılacağım ve bu meseleyi yeniden enine boyuna konuşacağız. Ben ona resimlerinin bir işe yaramadığını söyleyeceğim o da kendisinin sanat tarihçisi olduğunu ve 25 yıldır sanatla uğraştığını söyleyecek, benim sanatla ilgim olmadığı için düşüncelerimin de bir değeri olmadığını savunacak.
Ya Muharrem! Muhasebe okudum, medya iletişim okudum, dini ilimler okudum, sanat alanında sözümün geçmesi için illa sanat tarihi mi okumam lazım. Hayır bunu yapmayacağım. Sıradan terzi, berber, asker, siyasetçi vesair insanlar resim, heykel yapıp sanatçı oluyorsa ben de alasıyla sanat eleştirmeni hatta bu alanda bir otorite olabilirim diye tartışıp duracağız.
Benzer tartışmayı Devlet Ebru Sanatçısı Ömer Sabuncu hocamızla da yapmıştım. Kitreli suyun üzerinde boyaya istediğiniz kadar şekil verin, istediğiniz kadar ev hanımına, boş vakti olana bu sanatı öğretin bir faydası olmayacaktır, ta ki ürettiğiniz bu ebrular sanayiye dönüşmeye. Ömer hoca hak verdi. İcra edilen bir sanatın mutlaka ekonomiye kazandırılması konusunda hemfikir olduk.
Hasbihalimize son noktayı koyarken “Sanat için sanat” veya “Toplum için sanat” tartışmasına kısaca değinelim. “Sanat için sanat” diyenler, sanatlarından hiçbir beklentileri olmayan, sanatlarına kimsenin ihtiyacı olmayan, toplumun “olmasa da olur” hatta “olmasa daha iyi olur” dedikleridir. Oysa “toplum için sanat” toplumu sosyal, siyasal, ekonomik olarak değiştiren yön veren bir güçtür.
Öyle olmalı ki, Allah katından gelen Kur’an-ı Kerim, başlı başına eşi benzeri olmayan, mucizeler ve sırlarla dolu mükemmel bir edebi sanat olarak indirilmiştir.
Var mı aksini iddia eden?