Şanlıurfa Haliliye Belediyesi, yeni yapacağı parklara, güya şehrin değerleri olan ölmüş mahalli sanatçıların ismini vermeye hazırlanıyormuş.

Geçmişte “Hatta Zürtumul Mekabir” başlığıyla paylaştığım yazımı yeniden dikkatlere sunmak isterken, ölüleriyle övünen bir şehir olmaktan kurtulabilme düşüncesine bir katkı daha sunmak açısından küçük bir meseleyi paylaşmadan olmaz.

Müfessirlere göre Kureyş’e mensup Abdumenfaoğlullarıyla Sehmoğulları soy ve neseplerini yarıştırıp övünürken her iki taraf “Hangimiz kabilece daha çoğuz” tartışmasına başladılar. Abdumenafoğulları daha çok çıkınca bu kez Sehmoğulları “Ölüleri de sayalım” dediler. “Bizim şerefli babalarımız ve atalarımız çoktur, malımız daha fazladır” diye iddia ettiler. O dönemin cahil kabileleri, soyları ve onların yaptıklarıyla övünür, onların şereflerinin kendilerine miras kaldığına inanırlardı. Ölüler de sayılınca bu kez Sehmoğlulları sayıca çok çıktı. Diğer kabile, ölüleri saymak için kabirlere kadar gitti. İşte bu olay üzerine Tekasür Suresi nazil oldu ve bu hataya dikkat çekti.

Surenin nuzul sebebi konusunda farklı rivayetler olsa da temeli aynı: “Dirileri aşıp, ölülerin nam, şan, soy ve sayıları ile övünmeyi nehyetmek”

Şimdi Haliliye Belediye Başkanı, Başkan Yardımcıları, Meclis Üyeleri ve Haliliye halkına sormak lazım.

Şehrin cazibe noktaları olan parklara ölmüşlerimizin adını vermekle hangi başarıya imza atmış olursunuz?

Hiç!

Allah rahmet eylesin, bir dönem yaşamış, aramızdan ayrılmış değerlerimiz elbette var hepsini saygıyla anıyoruz. Ancak şehrin dinamiklerini oluşturacak yapılara bu merhumların adını vermekle elde edeceğimiz tek şey, ruhsuzluk olur. Çünkü ölüler ruhsuzdur.

Bir yerlere isim verirken çok ileriyi görmek gerekir. Hele verilecek isim, şahıs isimleriyse!

Allah rahmet etsin, bir Kazancı Bedih vardı. Urfa gazelleri okuyan, son çağlarında İbrahim Tatlıses sayesinde ismi duyulan, vasat bir vatandaştı. Adını önce bir sokağa verdiler, yetmedi bir parka o da yetmedi Karaköprü’de koca bir bulvara.. Noldu? Ruhu şâd mı oldu? O yollardan geçenler, o parklarda oturanlar durmadan Fatiha mı okudular merhumun ruhuna!

Prof. Dr. Abdullah Ekinci, Şehir ve İrfan Dergisi’nde yayımlanan “Mekânlara Ad Vermenin Estetiği” başlıklı yazısında “Mekan ismi, insan inşa etme harcıdır” diyor.

Bundan sonrasını, üzerine söylenecek söz kalmayan o yazıya bırakalım.

Mekânlara Ad Vermenin Estetiği Veya Ruhsuzlaştırma - Prof. Dr. Abdullah Ekinci

Mekâna ad vermek, mekânın hakkını vermektir. Ad vermenin, isim vermenin bir kriteri olmalıdır. Bazı mekânlara ad dayatmak, o mekânı kimliksizleştirir. Her mekânın öznesi, onun özüdür. Özünden uzaklaşılan mekân, kendine yabancılaşır.

Taşından çiçeğine, kuşundan böceğine varıncaya kadar şehirdeki her canlı ve cansız varlığın bir hukukunun olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Bu hukuk, şehrin ruhuna nüfuz etmemizi zorunlu kılar. Şehrin mekanlarına ad verirken düşünmek, çaba sarfetmek; şehri, onun mekanlarını bir varlık olarak görmek, bir alem tasavvurunun ifadesidir. Bu tasavvur bizi şehrin aklı, hafızası, ufku, kimliği, tarihi, sesi, kıssası, rengi, çiçeği, böceği, kokusu ve aşkı ile vahdete götürür.

Şehrin ruhu o şehirde yaşamış, yaşamakta ve yaşayacak olan bütün insanların ruhuna nüfuz ettiği gibi, o şehrin çiçeğinden binasına, suyundan toprağına kadar her şeyini kuşatır.

Şehrin ruhuna nüfuz etmek; şehrin felsefesini, şehrin ruhunu anlamak ve şehirle ruhdaş olmayı gerektirir. Bu anlamda Urfa, tarih içinde yavaş yavaş oluşurken arkasına büyük bir felsefi, ilmi, dini, irfani birikimi almış bir şehirdir. Bu anlamda medeniyetin mekâna yansıyan halidir. Donuk bir şehir değildir, doğurgandır. Her döneme ait mekânları ve mekân adları vardır. Her mekân ve ad, şehrin ruhunu şenlendirir veya öldürür. Şehir ruhu zorlamalarla incinir, güçsüzleşir ve o adı taşıyamaz. Bunun en güzel örneği 12 Eylül Caddesi-Yeşil Direk mahalle adlarıdır. “12 Eylül” ismi ihtilal sonrası bir mekâna isim olurken; “Yeşil Direk” ise telefonun şehre gelişi ile dikilen yeşil telefon direklerin bir mekâna ad olmasıdır. Biri kudretin ifadesi diğeri toplumsal değişim ve gelişimin göstergesidir. Hangisinin ömrü uzun…

Bu yüzden verilecek isimler, şehrin ilk insanından son insanına kadar herkesin, ilk taşından son taşına kadar her nesnenin ortak ruhunu yansıtmalıdır. Şehirdeki mekân isimleri, yüzde 100 oranında Bediüzzaman veya Harran kapı mezarlığındaki mezar taşlarının bir yansıması olmamalıdır.

Şehirdeki mekân isimlerini, şehir ruhunu oluşturan dinamiklerle oluşturmalıyız.

Şehir ruhunu oluşturan temel etkenler

  1. Doğal çevreden kaynaklanan kimlik elemanları
  2. Beşeri çevreden kaynaklanan kimlik elemanları
  3. İnsan eliyle inşa edilmiş çevreden kaynaklanan kimlik elemanları
  4. Tarihsel etkenler
  5. Fiziksel etkenler
  6. Sosyal etkenler
  7. Kültürel etkenler
  8. İşlevsel etkenler

Şehri, kendi sosyal tarihinden ve sosyokültürel değerler evreninden ayrı düşünmemiz gerekir. Şehir, bünyesindeki mekânsal yapılar, coğrafi ve sosyokültürel yapılarla anlam kazanır.

İnsandan mekâna tarihten coğrafya ya kadar birçok oluşturucusu olan kentsel kimliğin bileşenleri kendilerini kentsel mekân da ifade eder. Yoksa Cumhuriyetin ilk yıllarınki gibi sözlüğü açıp insanlara soy isim mekânlara da “ad” vermekle kimlik oluşturulamaz.

Bir de mekânın şehre, bireyin mekânına yabancılaşması vardır. Mekân isimleri kentin sosyokültürel sermayesi ile uyum içinde olmalı onu açan derinliğine nüfuz etmeyi sağlamalıdır. Sosyal sermayesi ile çelişen her isim, şehir ve şehirdeki mekânların öz varlıklarına yabancılaşmasına neden olur. Her yabani ad, yabancılaşan ruhlar inşa eder. Kentin ve sosyal sermayesinin asimilasyonu beraberinde ruhsuzlaştırmayı getirir. Bir şehre girdiğinizde bu ruhu/suzluğu hissedersiniz.

İnsanın şehrinden ayrılması, kendi mekânlarından ayrı düşmesini gurbet olarak tanımlarız. Aslında bireyin yaşadığı gurbet duygusu, sahip olduğu şehir ve mekân ile söz konusu alanlardaki anıların özlemidir. Çektiği acı, aidiyet duygusudur.

Şehir ruhsuzluğu kendi sosyal tarihinden, sosyokültürel değerler ile sosyokültürel davranışlar arasındaki olumsuzlar, şehir sorunlarının kaynağıdır.

Mekânlara verilen her ad, isim olmanın ötesinde sosyolojik ve psikolojik işlevleri de olmalıdır. Batılı hayat tarzı için imaj; İslam şehrinde ise işlev öncelikli konumdadır. Toplumların hayat tarzları mekâna yansımasının yanında bireylerin tercihlerinin de etkisi vardır. Her bir kimlik elemanının kentsel mekânla kentsel kimlik arasındaki anlamlı ilişkide bir alt role sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bir şehrin, bir mekânın kimliğinin o şehirde yaşayanlardan ve onların algılarından bağımsız olarak düşünülemez.

İslam ve batı şehri için ortak kimlik anlamlarının başında anıtsal değerdeki dini ve sosyokültürel yapıların gelmekte olduğu bilinmektedir. Şehirlerde kimliksizleşme kültürsüzleşmeyle başlar. Şehrin kimliksizleşmesi coğrafyanın, insanın ve sosyokültürel dinamiklerin yozlaşması ardından da yok sayılmasıdır. Mekân ve insanın ve sosyokültürel dinamiklerinin yok sayılması; şehir ruhunun daralması ve ölmesine sebep olur. Ölü şehirler, ören yerleri ifade etmez. Ören yerleri, insanlığın sosyal sermayelerinin korunma alanlarıdır. İnsanlığın hafızasına gebe oldukları için kutsaldırlar. Aslında ölü şehirler, cismen var olup ruhen var olmayı başaramayan şehirlerdir. Ruhsuz şehirler, kuru kalabalıklar kentleridir.

Bu nedenle mekân ismi, İNSAN inşa etme harcıdır.