Hayatınızda en çok neye değer veriyorsunuz?
Paraya mı, sevgilinize mi, çocuğunuza mı, arabanıza, elbisenize, annenize, ağaçlara, hayvanlara?
Sizin için en değerli olan ne?
Toplumun bozulması, adaletin ortadan kalkması, zulüm ve zorbalığın her zaman kârlı çıkmasına neden olan tutumların başında, o toplumun değerlere verdiği önem ve tutumları gelir.
Sabah olunca uyanmak, gece olunca uyumak gibi evrensel tutum ve davranışlar gibi, bireylerin hayatlarına temel gaye edindikleri değerlerin, diğer insanların da hayatının gayesi olmasını istemesi, toplum dinamiklerini sarsan bir tutumdur. Bugün toplumumuzun içinde bulunduğu tehlikenin en önemlisi, hemen her kesimin parayı tek değer olarak hayatlarının gayesi haline getirmeleridir. Uyanır uyanmaz işe giden, işten çıktıktan sonra iş kovalayan, tüm ay boyunca sürekli para hesabı yapıp, bunun dışında hiçbir şey düşünemeyen insanlar.
Sosyologlar değeri, ‘belli bir kişinin veya grubun, bilinen belli eylem ve davranış seçenekleri arasından açıkça veya kapalı biçimde tercih edileni ifade eden bir kavram’ olarak tanımlar. İşte toplum, kendi varlık, birlik, işleyiş ve devamını sağlamak için üyelerinin çoğunluğunun doğru ve gerekli olduğunu kabul ve tasdik ettiği, onların ortak duygu, düşünce, amaç ve çıkarını yansıtan genelleştirilmiş temel ahlaki ilke ve inançları belirler. Belirlenen bu kuramlar, bir standart olarak kabul edilir. Bu standardın temel amacı, grup üyelerinin hepsinin tek gayesini para kazanmak, mal, mülk sahibi olmak şeklinde belirlenmişse, bu standartlara uymayan bireyler zamanla grup üyeliğinden dışlanır. Bu standardı temel ölçüt kabul edenlerin değer yargıları sadece rakamlar, yani paradır.. Rakamların yanında ahlak, inanç, bilgi, akıl, öngörünün hiçbir değeri yoktur.
Hayatını para kazanmaya adamış bir tefeci, ilmi bir sohbetten zevk alamaz. İnsanların hikayelerini dinleyip, onların duygularını yaşayamaz. Onun tek gayesi verdiği parayı faiziyle birlikte en kısa şekilde tahsil edebilmektir.
Ahlak, nezaket, sorumluluk, zeka, bilgi, yetenek gibi değerlerle sosyal itibar ve saygı görmesi beklenen bireyin dışlandığı toplumun bir garip yanı ise, sosyal hayatlarını sürdürebilmek için birbirlerine muhtaç olma inancı taşımalarıdır. Çünkü, temel değer kabul edilen paranın yanında çalışkan olmak, mala, cana ve ırza tecavüz etmemek, güven verici olmak gibi ahlaki inançlar da bunu gerektirir.
Ancak tüm değerleri bir yana bırakıp sadece parayı hedef edinenler için iş oldukça zordur. Sosyal itibar ve saygınlığı para ile satın alırlar. Lüks içinde döşenmiş evlerin, son model arabaların, toplum içine girince takılan altınların, pırlantaların, düğünlerde havaya atılan paraların, sıkılan silahların, takım elbiselerin, pahalı eşyaların altında ekseriyetle büyük bir eziklik duygusu vardır.
Toplumsal değerler temel olarak sosyal, siyasal, iktisadi, ilmi, estetik ve ahlaki olarak altı gruba ayrılır. Bireyler, bu değerleri önem sırasına koyar ve diğerlerinin de bu önem sırasına riayet etmesini isteyerek sosyal ve psikolojik baskı altında tutarlar. Bu baskının toplumsal davranış örüntüsüne dönüşmesi halinde diğer tüm değer yargıları önemini kaybeder.
Günümüz toplumu temel değer olarak iktisadı/parayı seçtiğinden, diğer tüm değer yargıları önemini yitirmiş ve toplumsal kaos başlamıştır. Toplumu oluşturan en küçük yapı olan aileden başlayan bu tutum, büyük aile, grup, çevre, şehir ve ülkeye yayıldıkça toplum kokuşmaya ve tek amaç olan para için her şey meşru görülmeye başlar. Parayı hedef alan toplumda sosyal kurallar hiçe sayılır ki bunun başında din gelir. Dindar olduğunu söyleyenler, temel değerleri olan parayı elde edebilmek için hırsızlık, soygun, kapkaç gibi her yolu mübah görür, bu hedefe giderken sayılan bu ahlaksızlıkları işleyenler yakalanmadan, kanunlara takılmadan işin içinden çıkmış olsalar, büyük takdir görürler.
Toplumun değerlere verdiği önem, hayatlarının her alanını kuşatır. Bireyler, yukarıda saydığım altı gruba ayrılan değerler için özveride bulunur, bunun için savaşır hatta ölürler. Toplumun genelinde kabul görmüş olan değerlerin içine doğmuş olan bireyin kendi değerlerini belirlemesi, benimsemesi ve uygulamaya kalkması sancılara neden olur.
Toplumun en başa koyduğu değerleri kabul etmeyen, paranın temel hedef olmamasını kabul etmeyen bireyler, toplumun değerlerine uygun düşmediği için “deli” olarak nitelendirilirler. Hatta bu değerler uygulamasına katılmayanlar cezalandırılırlar. İşten atılma, aile ortamından dışlanma, arkadaş çevresinin daralması gibi cezalandırmalar bu kişileri beklemektedir.
Oysa değerler sıralamasında öncelikler değişken olmalıdır. İktisadı tek değer edinen toplumlar bundan vazgeçmediği takdirde ahlaki, ilmi, siyasi ve sosyal çöküntülere uğrarlar. Bu değişim öyle ileri bir boyuttadır ki, bir dönem değişmesi ölüm ile eşdeğer kabul edilen değerler zaman içerisinde değişmek zorunda kalırlar. Tek değerin iktisat olduğu yerde ekonomik kriz, savaşlar, büyük çaplı depremler, sel baskınları gibi doğal afetler yaşandığı zaman paranın hiçbir önemi kalmaz. Sosyal statüyü ve saygınlığı sadece para ile elde edenler, para ile satın alabilecekleri şeyler ortadan kalktığında, depremlerle malikaneleri yıkıldığında, ekonomik krizle işletmeleri battığında, sel baskınlarıyla lüks araçları ve malları heba olduğunda ayakta kalamazlar. Böyle bir durumda toplumu oluşturan bireyler sosyal yardımlaşma, gönüllülük, inanç gibi değerlere sarılmaya ihtiyaç duyarlar. Bir başka deyişle, olaylar toplumsal değerlerin değişimine yol açar.
Bir binayı oluşturan demir, kum, taş, kireç gibi malzemeleri birlikte tutan çimento ne kadar önemli ise, toplumu bir arada tutan sosyal değerler o kadar önemlidir. Tek değer yargısı iktisat yani para olan bireyler, yeri geldiğinde bu değerin hayatlarında hiçbir önemi olmadığına inanabilirler.
Günümüzde şikayet edilen tutumların başında gelmesine rağmen vazgeçilmeyen “zengin siyasetçi” uygulamasının bilinçaltındaki temel etken de toplumsal değer yargısının başında iktisadın olmasıdır. Siyaset kurumu, memuriyet veya mühendislikte olduğu gibi siyasetçinin sosyal, kültürel, ahlaki, ilmi değerlere sahip olmasına pek önem vermez. Önemli olan, toplumun genelinde kabul görmüş olan “paralı” insan olmasıdır. Tek değer yargısı para olan toplum, yine para ile satın aldığı sosyal statü ve saygınlığı olan kişiyi diğer hiçbir değer yargısını dikkate almadan seçer ve idarenin başına getirir. Bu yönetici/siyasetçi bulduğu imkânlarla tek hedefi olan paraya odaklanırken, toplumun beklentilerine cevap vermekten uzak, hatta acizdir. İşte toplumun bozuşmaya başlaması, gücünü, kudretini kaybetmesinin temel nedenlerinden biri de onları yönlendirecek, gelecek planlaması yapacak idarecileri böylece işbaşına getirmelerinden kaynaklanmaktadır.
İnsan doğası, süre giden bir yanlışı değiştirmeye meyillidir. Doğası gereği tüm değerlerin bir bileşeni olan insan, dâhil olduğu toplumun değer yargılarını değiştirmeye muktedirdir.
Bunun sayısız örneği vardır ve en önemli örneği İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in kendisidir.
İslam Peygamberi öyle bir ortamda dünyaya gelmiştir ki, onun içine doğduğu toplumun değişmez kuralları ve değerleri vardır. O toplumda yetim ve sahipsiz olanlar değersizdir Hz. Muhammed anasız babasız bir yetimdir. Bugün olduğu gibi parası olmayan gereksiz adamdır ki Hz. Muhammed parasızdır. Yani o dönem toplumun iki değeri vardır. Biri para, diğeri ise soy-sop zenginliği. Hz. Muhammed’in parası yoktur, soy zenginliğini ise peygamberliğini duyurmasından sonra kaybetmiştir. Parası ve çevresinde geniş bir ailesi olmayan peygamberi kim ciddiye alır? Zaten müşriklerin kabul etmediği de buydu. Getirdiği Kur’an’a rağmen O’na (haşa) deli demekten kendilerini alamadılar. O Kur’an ki, o toplumun bu zamana kadar baş tacı ettiği tüm değerleri ayaklar altına alıyor, putlarını yıkıyor ve bundan böyle farklı düşünmelerini istiyordu. Hz. Muhammed’in doğru sözlü olması, o toplumun en güvenilir kişisi olması, sözlerinin o toplumda kabul görmesi için yeterli değildi. Uzun süren mücadeleler sonunda peygamberin içinde bulunduğu toplum ona tekliflerle geldi: “Sana mal mülk verip, ülkenin en zengini yapalım. Sana en güzel kızlarımızı verelim” dediler ve bunun karşılığında sıkı sıkıya sarıldıkları değerlerine söz söylememesini istediler. Yüce Peygamberin onlara cevabı “Güneşi bir elime, ayı bir elime verseniz bile bundan vazgeçmeyeceğim” demek oldu.
Toplumun tüm kesimlerinin ortak değeri olan para ve sabit düşünce karşısında peygamberin mücadelesi, ona mal zenginliği ve çevresinde toplanan binlerce insan ile büyük bir güç kazandırdı. O, bugün de insanlığın sancı çekmesine neden olan iktisadi değerlerin değişmesini istediği için “infak”ı emrediyordu ve en büyük değer yargısı “para” olan toplum bunu kabul etmiyordu. Sonunda müşrik toplum Hz. Muhammed’e gelerek, “Her şeyi kabul ettik fakat şu ihtiyaçtan fazlasını infak etme düşüncenden vazgeç” diye yalvardılar. Bu isteklerini elde edemedikleri için, tek değerleri ve en önemli amaçları olan paradan vazgeçemeyip cehennemle müjdelenen müşriklerden oldular. Peygamberin vefatından sonra ihtiyaçtan fazlasını “infak” müessesesini kabul etmediği halde tevhid inancını, risaleti, ibadeti kabul eden o toplumun tek sancısı aslında en büyük değerleri olan parayı korumaktı. İman ettik, Müslüman olduk demeleri, Hz. Muhammed’in Kur’an’ı getirmesi, büyük bir itibar ve şerefe kavuşmasının şöhretini sahiplenmekten başka bir şey değildi ki, bu şöhretle iyi para kazanabileceklerdi. Ama ihtiyaçtan fazlasını infak etme şartı nedeniyle Peygamberin vefatının hemen ardından çok büyük bir bölümü eski dinlerine döndü. Peygamberin şanından ve şöhretinden yararlanmamanın ahmaklık olacağına inanan kesim ise, infak konusunu kırkta bir zekata evirip, onu da vermemek için bin bir şart uydurarak İslam dinini sahiplendiler. Çünkü bir yanda iktisadi, ilmi, sosyal yönden gelişen Roma, Hint, Pers uygarlıkları vardı. Bunlar karşısında Arap toplumunun var oluşu sadece İslam’ın şerefiyle mümkün olabilirdi ki, o Arap toplumu medeniyetten çok uzaktı.
Değerler konusunu toparlamak ve net bir kanıya varırken şunu unutmamak gerekir ki, hiçbir değer diğerinden bağımsız ve tak başına var olarak toplumu bir arada tutmaya, ilerletmeye yetmez. Sadece iktisadı/parayı değer kabul eden toplumlar kültürü, medeniyeti, bilimi, sosyal ilişkileri zamanla kaybederler. Dışlanma, hor görme, aşağılama, alaya alma sonucu toplumu oluşturan bireyler birbirinden koparak uzaklaşır ve düşmanlık duyguları gelişerek aradaki uçurum genişler. Toplum, tüm değerleri sahiplenmek, somut değerlerin yanında soyut değerlere önem vermek zorundadır. Bu yapılmadığı takdirde ben ve o, biz ve onlar gibi kutuplaşmalar belirir. Değerlerin sahiplenilmesi, kültürün geliştirilmesi, aileden başlayarak toplumun dağılmasını önleyen, sosyal dayanışma ile toplumu ayakta tutan tek yöntemdir.
Tek değeri iktisat/para olan, diğer tüm değerleri ihmal edip hayatından çıkaran toplumlarda hayat statiktir, değişmez. Zengin her zaman zengin, fakir her zaman fakirdir. Hocanın çocuğu hoca, orospunun kızı orospu, ibnenin çocuğu ibne, şeyhin çocuğu her zaman şeyhtir. Böylesi değişmez sınıflandırmalara tabi tutulan toplumda dinamizm yoktur, üretkenlik yoktur. Sermaye her zaman aynı kişiler tarafından yönetilir. Böylece üretim, gelişme, medenileşme olmaz.
Toplumun tek değer etrafında birleşmesi sonucu ise farklı haller ve olgulara karşı insanlar kayıtsız kalmaya başlarlar. Yolda açlıktan düşüp bayılmış birine kimse dönüp bakmaz, fakirlikten intihar edenlerin durumlarını düzeltmek için kimse harekete geçmez. Durumları görüp, bu durumlardan yakınanlar kıllarını bile kıpırdatmazlar. Buna “değer körlüğü” denir.
Urfa gibi değerlere karşı kör olan toplumlarda tarım, sanayi, üretim gelişmediği gibi kültür de gelişmez. Yüzyıllar öncesinin değerler zenginliğinin kültürünü tüketmeye, yozlaştırmaya devam ederler.
Çok büyük toprakları, dünyanın en büyük sulama imkânları, üretimde en önemli faktör olan ucuz işgücü ve devlet desteklerine rağmen Urfa’nın ortaçağ yoksulluğunu ve cehaletini yaşamasının en büyük nedeni, toplumu sınıflara ayıran değer yargılarına bağlı olmaya devam etmesidir. Yüzyıllardır devam eden bu durumun etkileri, yüzyıllar sonra da devam edecektir.
Çünkü toplum, değer körü haline gelmiştir. Topluma, iktisattan başka şeylere de değer vermesi gerektiğini söyleyecek dillerin itibar ve saygınlığı yoktur. İtibar ve saygınlık makamında bulunanların çoğu da toplumu yönlendirecek, topluma değer katacak, kültürel değişimler sağlayacak yetenek ve donanıma sahip olmayan kişilerden oluşmaktadır.
Toplumu değiştirmeyi kurumlardan beklemek dendiğinde ise akıllara toplumu oluşturan en küçük kurum olan aile gelmelidir. Aile kurumu bir fabrikanın bant sistemi gibi düzen içerisinde çalışmazsa üretim gerçekleşemez. Düzenli işlemeyen bir aile kurumu, diğer kurumlarla sağlıklı ilişkiler kuramaz, problemler ortaya çıkar.
İnsanlık tarihi, toplumda büyük değişimler meydana getiren değerler savaşında peygamberlerden başka büyük bir savaşçıyı kaydetmez. Bu nedenle Hz. Muhammed’in getirdiği değişim, aileden başlamış, O’na ilk inanan eşi Hz. Hatice olmuştur.
Yaşadığınız toplumdan şikayet edeceğinize, zengin-fakir, şehirli-köylü, bizden-sizden demeden, insanları ayrıştırmadan, herkesi ve her değeri kucaklayan Peygamberler gibi bir hayat yaşamanız dileğiyle soruyorum: En önemli değeriniz ne?
İbrahim Halil ŞEKER