Sözcü gazetesinin manşete çektiği “Anlı-Şanlı Türk Ordusu’nu ne hale getirdiler – İlanla komutan aranıyor” başlıklı haberine bakan, 160 karakterden fazla yazıyı algılamada sorun yaşayan, aklı sadece gözünün gördüğünde olan bir gençliği uyarmak gerekir. Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu’yu “itibarsızlaştırma” çabasıyla süslenmiş haberi okuyan, ülkesinin içinde bulunduğu durumdan bihaber bir gençlik rotasını nasıl çizer? Gençleri bir twitin ötesinde düşünce geliştirmeye, tarihini, kültürünü, töresini bilen, kariyer planlaması yapan donanımlı insanlar olarak yetiştirmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Prof. Dr. Erhan Afyoncu, ülkenin yetiştirdiği ender bilim adamlarından biri. Nereden geldiğini bilen, ne konuştuğunun farkında olan, tarihi, medeniyeti, toplumu yakından takip etmeye muktedir olmuş bütün Türkiye’nin tanıdığı bir isim.
Göreve getirildiği yer, Milli Savunma Üniversitesi Rektörlüğü.
Birinci mesele, Milli Savunma Üniversitesi Rektörlüğü görevine Prof. Dr. Erhan Afyoncu getirilmeseydi de kim getirilseydi? İkinci mesele, gazete ilanıyla komutan aranmasın da nasıl aransın?
Bugüne kadar üniversite mezunu asteğmenlerin kadroya geçmesi sorun olmuyordu da Milli Savunma Üniversitesi’ne davet edilen gençlerin orduya katılma çağrısının nesi garip?
Üçüncü mesele ise “Anlı-Şanlı Türk Ordusu”nun durumu.
İlk iki meseleyi tartışma konusu bile yapmadan kapatıyorum.
Üzerine konuşulması gereken asıl mesele üçüncüsü. Yani, “Anlı-Şanlı Türk Ordusu”.
Gerçekten de binlerce yıllık askeri disiplin geleneğinden gelen Anlı-Şanlı Türk Ordusu, 15 Temmuz’daki ihanet girişiminden sonra büyük yara aldı.
Türk Ordusu’nun böyle bir ihanet içersinde bulunması nasıl açıklanabilir, anlamak oldukça zor.
Henüz birkaç yıl önce, kardeşi Feto okullarında öğretmen olanların bile askeri raporlarda “şüpheli-sakıncalı personel” olarak fişlendiği, kritik görevlere verilmediği bir orduda FETÖ’ye mensup kişilerin en üst rütbelerde görev almış olması da düşündürücü.
İrdeleyeceğim konu FETÖ değil.
O konuyu zamanında tüm ayrıntılarıyla yazmıştım.
Meselemiz, “Anlı-Şanlı Türk Ordusu”nun içinde bulunduğu durumdur.
Sözcü gazetesi haberine bakıldığı zaman Türk Ordusu “perişan” bir halde gösteriliyor ki, gerçek aslında hiç de öyle değildir.
Türk Ordusu, “Her Türk asker doğar” sloganıyla güne başlar.
Türk Ordusu; ihanet içinde olanların “general” bile olsa, tenzil-i rütbe gereği yeri geldiğinde “er” statüsüyle orduyla ilişiğinin kesildiği, rütbesi “er” bile olmayanın yeri geldiğinde “Başkomutan” olabildiği bir yapıya sahiptir.
Türk tarihini, Türk töresini, Türk askeri geleneğini bilmeyenlerin fare kadar beyinlerini kemiren bu durumdur.
Söz konusu vatan olduğunda bir “emireri”nin, ihanet içindeki komutanının kafasına silahı dayayıp gözünü kırpmadan ateş edebileceğini akılları almıyor. Şehit Ömer Halisdemir bu nedenle 15 Temmuz’un simge isimlerinden biridir.
Yine rütbesi er bile olmayan sıradan Türk insanının, ihanet içindeki komutanları kulaklarından tutup derdest ederek askeri tank ve silahları kontrollerine almalarını kabullenemiyor bunlar.
15 Temmuz gecesi yüzlerce, binlerce isimsiz Türk kahramanının yaptığı budur.
O gece rütbeler yer değiştirmiş, “orgeneraller”in yerini “hürgeneraller” almıştır.
Sadece 15 Temmuz’a has değil verebileceğimiz örnekler.
Türk askeri tarihi ve geleneğinde benzer uygulamaların olduğunu biliyoruz. Ortam ve şartlar gerektirdiği zaman sevk ve idareye halel gelmemesi için gerekirse onbaşıların çavuşluğa, çavuşların binbaşılığa terfi ettirildiği tarihimizde vardır.
Bunun örneği askeri kayıtlarda mevcuttur. Hatta konu, meclis tutanaklarına da geçmiştir. Tutanaktaki ifade şöyledir; “… Bunların yerlerine sevkü idareye halel gelmemek üzere onbaşıların der'akap çavuşluğa, hattâ çavuşların binbaşılığa terfi ve terakki ettirildikleri tarihen müsbettir.” (Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi / Beşinci İnikad / 9 Teşrinisani 1325 Pazartesi / 22 Kasım 1909)
Türk tarihi bu durumun sayısız örnekleriyle dolu iken lise mezunu gençlerin asker yetiştiren bir üniversiteye davet edilmesini “zül” olarak değerlendirmek basiretsizliktir, artniyettir.
Doğan her ferdinin asker olduğu bir ülkede, askerliğini yapmayanın adam yerine konulmadığı bir toplumda, hainlerin teşkilattan tart edilmesiyle ordu hiçbir şey kaybetmez, kaybetmemiştir.
15 Temmuz akabinde yüzlerce rütbelinin görevden azledilmesinden hemen sonra, Türk Ordusu’nun 24 Ağustos 2016 tarihinde Suriye topraklarında Fırat Kalkanı harekatına başlamış olması ve başarılı olması hem içimizdeki hainlere hem de Türkiye’deki gelişmeleri yakından izleyen dünyaya verilen bir mesajdır aynı zamanda.
İşte kimlerin “Sözcü”sü olduğu belli olan gazetelerin karalama kampanyalarının altında yatan sebep budur.
Bu milletin kendi değerlerine sarılmasını hazmedemiyorlar. Bu milletin her ferdinin asker doğduğunu kabullenemiyor, “başkomutan” seçme özgürlüğüne sahip olmalarını istemiyorlar.
Onların istediği, NATO güdümünde eli kolu bağlı bir ordu ve köle bir Türk milletidir.
Türkiye’ye NATO’nun müdahalesini istemeleri boşuna değil.
Ama beyinleri o kadar erimiş ki, Türkiye’nin NATO’ya nota verdiğini bile göremiyorlar.
Demek ki Türk töresine göre yeri geldiğinde çavuştan binbaşı da oluyor, vatandaştan başkomutan da oluyormuş.
Türk töresini çok iyi bilen bir Profesörün, Milli Savunma Üniversitesi’ne rektör olması kadar da isabetli bir karar olamaz.