Bilmeyen adamın kafası rahat. Karnını doyurup, ihtiyaçlarını giderdikten sonra yan gelip yatabiliyor.
Ama şu kafamıza vura vura işlenen “oku” emri bizi bizden etti.
Okula başlamadan camiye giderdik, camide hoca “oku” derdi.
Okula başladık öğretmen “oku” dedi.
Büyüdük herkes “oku” dedi.
Devlet “oku” dedi.
Okudukça, yeni şeyler öğrendikçe okuma isteğimiz arttı da noldu.
Okumayanlarla anlaşamaz hale geldik.
“Hiç kitap okumuyorlar” diye yakınır olduk.
Önceki günlerde babama refakat için hastanedeydim. Hastane yönetimi sağolsun, refakatçiler ve hastalar okusun diye kitap dağıtıyorlar.
Bize de Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden seçmeler düşmüştü.
Elime aldım okudukça okudum.
Evliya Çelebi hem gezmiş, hem yaşamış, hem de yazmış.
Saray, ona gezmesi ve yazması için epey destek çıkmış.
Yüklüce altın bağışlanmış.
Çelebi, doğup büyüdüğü yer olan İstanbul'u anlatmaya başladığında delilerden, velilerden, sihirbazlardan, bazı şahısların kerametlerinden bahsediyordu.
Yumurta kadar bir topun içinden ip çeken sihirbazın topu göğe fırlattığını ve topun havada kaldığını, ipi çekerek yere indirmeye çalıştığını, çekilen ipin iki fil kadar büyüklükte yere yığıldığı halde topun inmediğini, derken bir kişinin topu indirmek için ipe tırmandığını, çıkıp topun üstüne oturduğunu, ardından ikinci kişinin de çıkıp aşağıya inmediğini derken sihirbazın çıkıp ikisinin kafasını kestiğini ardından göğe doğru giderek kaybolduğunu uzun uzun anlatıyordu.
Evliya Çelebi'nin bu yazdıkları ne kadar gerçektir, ne kadar hayal mahsulüdür bilemem.
Ama günümüzde bile bazı insanların olağanüstü hallerle yaşamaya devam ettiğini unutmamak gerekir.
Çok iyi tanırım. Takvalı bir arkadaşım vardı. Çocukluğumuzdan beri birlikteyiz. Çoğu zaman abdestsiz yere basmaz, tam tevekkülle Allah'a bağlıdır. Geçenlerde yanına uğradığımda bir üçlü elektrik prizini eline almış tamir ediyordu. Çok da unutkan olduğundan ikide bir prizi kontrol etmek için fişi takıp çekiyordu. Priz elektronik devreli olduğu için kablolar yerinden kopmuş, lehimlemek için uğraşıyordu. Fişin ucu elektrik prizine takılı olduğu halde kabloları elleriyle tutuyor, evirip kıvırıyor, lehimleyeceği yere tutturup bir eliyle lehimi veriyor, diğeriyle havyayı dayıyordu. Telin kaynaşacağı yer epey küçük olduğu için kabloları illa elle tutması gerekiyordu. Ben de onu seyrederken böyle bir işi yapıyorsa mutlaka fişi çekmiştir diye düşündüm. İşi bitti, lehimi tamamladı. Ben prize yakın tarafta oturduğum için fişi prize takmamı rica etti. Eğilip prize baktığımda onun tamir ettiği prizlerin fişi prize takılıydı. Prize takılı olduğu halde iki ucu da elleriyle tutmuş, telleri bükmüş ve lehimlemişti. Bu nasıl olurdu. Hem prizde de elektrik vardı. Telefon şarjı takılıydı. Fişin prize takılı olduğunu söylediğimde heyecanla elini tamir ettiği prizden çekti. Kalkıp fişe baktı. Hayret dedi. Elektriğin beni çarpması gerekirdi, çarpmadı dedi. O da şok olmuştu. Benim şokum onunkinden daha fazlaydı ama.
Adamın başka durumlarına da şahit olmuştum ama böylesi bir olaya ilk kez gözlerimle şahitlik ettim. Mesela aklından geçen birisi şıp diye içeri girir.
Rüyasında gördüğü birkaç gün sonra ortaya çıkar.
Yalan konuşmayı sevmez, yalan söyleyeni gözünden tanır.
Şimdi böylesi bir durumu Evliya Çelebi'nin yazdıklarıyla kıyasladığım zaman olur mu olur diyorum.
Bu zamanda evliya olmayacak diye bir şart yok.
İşte evliya, işte keramet.
Sorun bizde.
Bilmiyoruz.