Hayat devam ediyor. Rızkı veren Allah’tır. Kimisine oluk oluk kimisine bir lokma…Bize düşen bize bahşedilen nefesimizi alıp verdiğimiz sürece kurallar ve helal dairede koşuşturmak,çabalamaktır.Netice O’ndandır.Şükür demek düşer bize.
Bu hayat mücadelesinde toplumun kurallarına da uymak her ferdin vazifesidir. Yasalara uyma, yasaları uygulama, yöneticiyi seçme veya yöneticiliğe talip olup seçilme isteği herkesin hakkıdır. Kimi umduğunu alır kimi hayal kırıklığına uğrar.
Seçimlerin kuralı bu. Bir kişi kazanır. Ve kazanana teveccüh gösterenlerin sevinci olur.
Sonrası ise herkesle aynı gemide beğendiğin beğenmediğin kaptanın kontrolünde canını teslim edip yol almaya devam edersin.
Yalnız, toplumumuzda dikkat çeken bir durum var:
Siyasetle çok sıkı fıkıdır herkes. Demokrasilerde en doğal haklarıdır hatta.Lakin aşırı derecede ilgili. Bu teveccüh bir de sivil toplum kuruluşlarına da olsa diyorum, eminim farklı bir tabloyla karşılaşırdık. Daha sorgulayan, analiz yapan, çözüm üreten bir kitlelerle haşır neşir olup bölgemiz ve ülkemizin istikbali açıdan önemli bir lokomotif görevini üstlenmiş olurdu.
Belki hala STK’lerin önemi ve fonksiyonu tam olarak bilinmediğinden ya da mevcut sivil toplum kuruluşların gerçek manada sivillikle hareket edemediğindendir.
Bunu söylerken bazı dernek, vakıf vb. sivil kuruluşların toplumsal meselelerdeki duruşunu, şahsa veya güce gebe kalmadan hak ve haklılık üzerindeki açıklamaları, sorunların çözümündeki özgür fikirlerini görmezden gelemeyiz. Buna benzer duruş sergileyen ve amacı doğrultusunda hareket eden derneklerin, platformların azlığı dikkat çekiyor sadece.
Batı toplumları bu konuda bize çok büyük fark attığını görüyoruz; fakat AB yolunda attığımız geçmiş on yıl içinde biraz daha hareketlendik, “evet ama yetmez”le cevap verebilirim bu durum için.
Batı dünyasında STK'ların önemi gitgide büyürken ve STK'lar karar alma mekanizmalarında gitgide daha fazla söz sahibi olurken Türkiye bu süreçte çok geridedir.
Başta sitem ettiğim meseleye geliyoruz. Siyasi kuruluşlara gösterilen rağbetin sivil kuruluşlara gösterilmesi durumunda verim daha yükselecektir.
Avrupa ülkelerinde STK’lar, yasama, yürütme, yargı’dan sonra dördüncü güç olarak değerlendiriliyor. Ülkemizde de daha organize olan ve toplumun tabanını yansıtabilen, biraz daha genel sorunları tartışabilen bir niteliğe bürünürse, seslerinin iyi çıkmasını arzu ederek, çaba gösterirlerse asli çalışmaları yapmış olurlar.
Bir de STK’ların siyasi partilerin arka bahçesi, onların düşüncelerini yansıtan yan kuruluşlar gibi algılanması doğru bir düşünce değildir. Bu imaj sivil kuruluşların güvenini de zedeler. Kitlelerin adeta siyasilerle arasındaki bir köprü olan STK’ler bu manada çok fazla gündemi oluşturamadıklarını da görüyoruz. Belki bu tür basit ve kısa vadeli hedeflerle hareket edenler yüzündendir.
Şehrin ve bölgenin meselelerinde önemli bir yer olarak görülen bu tür kuruluşlara anayasada her türlü güvence verilmesine rağmen istenilen seviyede değildir bizde.
Türkiye genelinde faaliyet gösteren yaklaşık 80 bin 212 dernek ve 4 bin 471 vakıf bulunuyor. İSMMMO(İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası)nun yaptığı "Türkiye’de Sivil Toplum” konulu araştırmaya göre, söz konusu derneklerin 14 bin 744’ünü, cami yaptırma ve kuran kursu düzenleme gibi dini hizmetlerin gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetler üstlenen dernekler oluşturuyor.
Bu tablo bizi biraz daha düşündürmeli. Avrupa ve Batı standartlarında ve oradaki tariflere uygun derneklerimizin sayısı neden az? Sadece bağış toplayan derneklerin vakıfların sayısal çok olması hedeflediğimiz veya yeğlediğimiz sivilleşme için kuruluşlar değildir.
“Sivil toplum kuruluşlarının tanımı farklılık arz edebiliyor ülkeler arasında ama gaye ortaktır. Sivil toplum sektörü ABD’de de hükümet dışı sektör (non-governmetal organisation) veya kar amacı gütmeyen sektör (non-profit sector) olarak kullanılırken, İngiltere’de kimi zaman gönüllü sektör (voluntary), kimi zaman ise gönüllü ve topluluk sektörü (voluntary and community sector) olarak ifade ediliyor. Avrupa Birliği sivil toplum kuruluşları konusunda temel tanımlamaları net bir şekilde ortaya koymuş durumda. Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi, toplum yararı doğrultusunda sorumluluk üstlenen, resmi makamlar ile yurttaşlar arasında aracı işlevi gören bütün örgütsel yapılanmaları Sivil Toplum Kuruluşları (STK) olarak kabul ediyor. AB’nin tanımına göre bütün ekonomik, toplumsal ve meslek kuruluşları bu kapsama giriyor.
Türkiye’deki STK’lar ile diğer ülkelerdeki STK’ya karşılık gelen terimler işlev, yapı ve etkinlik bakımından birebir örtüşmüyor. Türkiye’de hükümet dışı kuruluşları adlandırmak için daha çok sivil toplum kuruluşları kavramı kullanılıyor. STK’lar çoğu zaman sivil toplum örgütleri (STÖ) ve gönüllü teşekküller (GT), demokratik kitle örgütleri, üçüncü sektör, yönetim dışı örgütler gibi farklı isimlerle anılıyor. STK tanımı Türkiye’de, dernekler, vakıflar, kamu yararına çalışan kuruluşlar, meslek odaları, yerel birlik ve kooperatifler, sendikalar ve konfederasyonlar, yurttaş girişimleri ve platformları da kapsıyor. Ancak batılı ülkelerde kullanılan devlet dışı kuruluş tanımına, Türkiye’de ağırlıklı olarak dernekler giriyor.” (www. kurumsalsosyal.com, Türkiye’nin STK Fotoğrafı)
Bu açıklamadan yola çıkarak siyaset dışında siyaseti kontrol etme ve gerekirse görüş alışverişinde bulunarak kalkınma ve ilerleme konusunda söz sahibi olabilmek için gerçek manada sivilleşme gereklidir. Bu da STK’lerin nicelik açısından çoğalması olabileceği gibi nitelik açıdan da kendini geliştirebilmeli, yetiştirebilmelidir.
Ortak gaye ideal toplum ise siyaset ve sivil kuruluşlar birbirlerini rakip değil birbirini tamamlayan bütünler parçası olarak görmelidir.