Güzel sanatların içinde kulağa ve göze hitap eden güzel sanatların başında yer alır Edebiyat. Edebiyatın içinde de ahengiyle ve kelimelerin yan yana gelişindeki estetiğiyle, duyguları hareket ettiren sanatlı sözcükleriyle Şiir’in yeri de ayrıdır.
Şiir, duyguların mısralarla ifade edilmesidir. Şiir, aşkların kamuya duyurulmasıdır. Şiir, feryatların vasıtasıdır. Şiir, gönüllerin birleştirildiği köprüdür. Şiir, sevgiliye ulaşmanın en kısa yoludur. Öyle de şiiri çıplak gözle okumak yeterli midir, anlamak için yeterli midir? O kadar basit değildir diye düşünüyorum.
Her ne kadar Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermeseler de bence şiirde gerçeğin yanında duygu da önemlidir diye düşünüyorum. Onlar için önemli olan sadece gerçektir, düşüncelerdir. Oysa Sembolistler -benim de desteklediğim görüş- duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Onlara göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirir.
Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır. Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir, düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.
Ben edebiyat tarihinde yapılan tartışmalara müdahale edecek bir kapasitede değilim. O açıdan yukarıdaki anlatılanlarda akımın temsilcilerinin şiire bakışlarındaki farkları misal olsun diye vermek istedim. Tartışmalar çok doğaldır. Bu şiir konusunda sadece edep çerçevesinin dışına çıkılmaması konusunda ısrarcıyım. Bu kadar kapalı bir anlatıma sahip sanatı bir kâğıttan okuduğumuzla anlayabileceğimizi düşünüyorsak yanılabileceğimizi siz de inanmalısınız. O açıdan şiiri incelerken bile belli şartları atlamadan okumakta fayda var. Bunlar; şiirin şekil yönünden incelenmesi, içerik yönünden incelenmesi ve şairin hayatı ile edebi kişiliği yönünden değerlendirmesidir.
Şiirde zihniyet tamamen şairin yaşadığı dönem, şiirin yazıldığı şartlarla alakalı bir mevzudur. Dil yine o dönemin bir perspektifini yansıtır. Bu unsurları göz ardı edemeyiz. İşte görüldüğü üzere bir bütün yaklaşmalı bir şiirin mesajını anlamaya çalışırken. Okuyanın neyi kastettiğini anlamak zordur.
Şiirin asıl manası var ve şiir ileriki yıllarda da okunsa Şairinin temellendirdiği manayı asla kaybetmez. Doğrudur. Biz okuyucu olarak yorumda bulunur ve izafi bir çıkarımda bulunuruz. Yorumda yüzde yüz diye bir kaide yoktur. Şiir ile ilgili bir çalışma yapacaksak ince eleyip dokumalıyız. Radyo ve televizyonlarda şiirle ilgili program yapılacaksa o alanda uzman bir kişiden veya kalemi güçlü şairden istifade edilebilir. Yazdığımız bir dörtlükten yola çıkarak şairlik edasıyla yorum getirmeye hiç mi hiç hakkımız yoktur diye düşünüyorum. Sonuçta bir kitleye hitap ediyorsanız ve on kişi de olsa bir dinleyiciniz varsa onları yanlış istikamete yönlendirmeye, onlara yanlış bilgi vermemeye özen göstermeliyiz. Ağzınızdan çıkan yanlış tahlil belli bir kitleyi tahrik edebilir ki bu durumda telafisi zor bir dönemece itmiş olur sizi.
Şiir, edebiyatın kalbidir. Edebiyattan yoksunsak şiire hiç dokunmamalıyız; edebiyat, edep’ten gelir. Şairler ince ruhludurlar, naziktirler, duygusaldırlar. Ortaya koydukları ürünlerde bu ruh hallerini yansıtırlar.
Edepten yoksun birinin şiirin şairine mezarını dar etmeye hakkı yoktur diye düşünüyorum. Bu zaviyeden yaklaşıp şiir yazan veya okuyan hakkında mülahazalarda bulunulmalı. Edep ile konuya başlamalı edep ile konuyu bitirmeli.
Mevlana Hazretleri ‘nin şu sözü ile yazımızı bitirelim: “Dünya gecesinin aydınlatacak şemâların en güzeli ve parlağı: Edeptir.”