Deli gibi yağmur yağıyordu, aslında sokağa çıkmak için bir nedenim yoktu. Camdan dışarıyı izlerken aniden uzun yıllardır görmediğim bir arkadaşımı gördüm. Hemen üzerime bir ceket alıp dışarıya fırladım. Yolda bir hayli su birikintisi vardı. Karşıdan karşıya geçmek haftalarımı alabilirdi, aslında tedbirli davranmalıydım; zira çarçur edecek kadar haftam yoktu. Ama arkadaşım için birkaç tanesini çekinmeden feda edebilirdim. Tam karşıya geçeceğim sırada yoldan koşarak geçen bir araba su birikintisine girdi. Tepeden tırnağa ıslanmıştım. Sırılsıklamdım, koşuyordum. Nihayet arkadaşımın yanındaydım. Göz göze geldik: “Uzun zaman oldu görüşmeyeli.” dedim. “Evet, kaç yıl oldu?” dedi. Hatırlıyordum, tıpkı dün gibi aklımdaydı: “Çok oldu. Birkaç saat önceydi.” dedim. Bana hak verdi, gülümsedi ve başını onaylar gibi salladı; ama ben anladım başını sallayarak ne demek istediğini.

“Biraz seni sevebilir miyim?” dedim. İtiraz etmedi ama mahcuptu. Bakamıyordu yüzüme, ben de kızgınlığımı belli etmiyordum. Biraz sevdikten sonra “Hadi salıncağa binelim.” dedim. Yüzüme baktı, güldü ve “Hay hay!” dedi. Çok sevinmiştim çünkü ilk defa birisi bana “Hay hay” diyordu ki bir insan bir insana neden hay hay desin? Kafamda bunun muhakemesini yaparken daldığımı fark etmiş olacaktı ki “Hani salıncağa binecektik?” dedi. “Hay hay.” dedim.

Ben sallanırken o karşımda oturmuştu: “Ee, anlat bakalım; görüşmeyeli nasılsın?” dedi. “Eksik…” dedim ve sallanmaya devam ettim. Sallanmasam konuşacaktım, konuşsam ağlayacaktım. Eksikken hepten bitmek istemedim; çünkü eksik olmak bitik olmaktan iyidir. Lakin ben sallanırken onun o sallamaz tavırları beni rahatsız ediyordu. Ne benim eksikliğimi ne de salıncağımı sallamıyordu. Daha fazla dayanamadım: “Neden?” dedim. “Neden gittin?” Tam konuşacak, susturdum. Son bir kez sen beni dinle, dedim.”Hay hay.” dedi. Onu kırmak istemezdim ama mecburdum ve o suçluydu, bırakmıştı; üzmüştü, gitmişti. Oysa onun yerine gidecek o kadar insan varken onun gitmesi koymuştu. Halbuki beni yollasa ben giderdim, o ne derse ben seve seve yapardım. Gerçekten onu üzmek istemiyorum, ama bazı şeyleri de söylemek zorunda kalıyorum. Mesela yağmur yağdığında ıslanacağım artık, kar yağdığında üşüyeceğim. Hani karanlıktan korkardım ya , ha işte artık daha çok korkacağım.O olsa da korkardım ama geçerdi. Şimdi korkak kalacağım. Şuramda, göğüs kafesimde bir acı var. Nasıl anlatsam? Hani koşarken asfaltta düşersin de dizin sıyrılır sonra o sıyrıkla tuzlu suya girince canın acır ya, işte onun gibi değil. O yara kuruyunca geçiyor. Bu ne kuruyor ne de geçiyor.

Aslında ben hiç gelmezsin sanıyordum; çünkü öyle dediler. Görünce şaşırmadım desem yalan olur, şaşırdım desem de yalan olur. Yani bu saatten sonra her şey olur, bak olmaz demiyorum. İlla ki olur;ama işte sensizken hep yalan olur. Ben bunları anlatırken o hiç konuşmuyordu, eski arkadaşım sadece dinliyordu. Bir an

üzüldüm, acaba çok mu üstüne gitmiştim? Belki oda istemiyordu gitmek, belki başka şansı yoktu. Onu suçlamaktan vazgeçmeye karar verdim. Daha anlayışlı olabilirdim. “Bak gördün mü, yine gökkuşağı çıkmadı.Peki, neden çıkmadı biliyor musun?” dedim.

“Evet.” dedi. O, öyle deyince ben daha fazla bir şey diyemedim. Ama artık son sözlerimi söyleyip gitmeliydim; eğer hasta bakıcılar burada olduğumu fark ederlerse yine o gömleği giydirirlerdi. Ben o gömleği giymek istemiyorum. Seni unutayım diye giydiriyorlar ama ben daha fazla hatırlıyorum. Çünkü senin yokluğun gibi elim kolum bağlanıyor onu giyince. Gözlerinin nemlendiğini gördüm, pişman olmuştum. Keşke öyle deyip de üzmeseydim, diye düşündüm. Belki gönlünü alırım diye: “Bak gerçekten kızmıyorum gidişine. Olabilir. Gidersin. Hani, keşke biraz daha saçımı okşasaydın. Ben de seni kızdırsaydım; ama sen kızmasaydın. Koklasaydın mesela. Sarılsaydın. Aman ne diyorum ben. Dediklerime aldırma, kızmıyorum. Gerçekten bak. Hadi, ben gideyim sen de geç kalma. Beklerler sonra. Hadi, gül biraz yani; şimdi sen öldün ya’’ CANIN SAĞ OLSUN Anne!”

Görüşmek üzere..