En üstün varlık olarak yaratılmıştır insan. Bu üstünlüğün kıymetini bilen, kendisini yoktan var eden yüce Yaratan’a sabah akşam şükreder.
Dünya nimetleri önüne serilmiş insanoğlunun, kendisine hediye edilmiş büyük bir anahtar olan aklı kullanarak giremeyeceği bir yer, dokunamayacağı bir cisim, koklayamayacağı bir koku, göremeyeceği güzel bir tablo yoktur.
Yeter ki geldiği yeri ve gideceği yeri bilebilsin. Yeter ki kendisine konulan kuralları uygulayabilsin. Şeytanın pençesine düşmemek için kendisine zırhlar oluşturabilsin...
Üç günlük geçici bir hayatı bilse, fark etse… Bile bile hayatı zehir ederek hareket etmesi ancak akılsızlıkla mümkündür veya asiliğin kucağında ateşin çemberine kendini göndermesi, ancak iblisin oyuncağı olmasıyla mümkündür.
Yüce Yaradan tarafından kâinatın en üstünü olarak yoktan var edilmiş insanın seçeceği yolun sonunu ilimle ve akılla tahmin etmesi çok olağanüstü bir durum değildir. Okuyarak, araştırarak, ilimle; evvel ve ahir hakkında her türlü bilgiye ulaşabilir. Kendisine biçilen ömrü boyunca rotasını çizip buna göre yol alabilir. Unutmamak gerekir ki insanlara iki yol sunulmuş ve hangi yolu seçeceğine karar vermek için özgür bir irade verilmiş:
Birinci yol: Her şeyi kendisinden bilir. Ben yaptım, ben başardım, benim sayemde bu işler oluyor diyerek karanlık dehlizlerin dibine doğru kendini atarak karanlıklara mahkûm olmasıdır.
İkinci yol: Haddini ve gücünü bilerek boyunu aşan işlerden uzaklaşır, ben değil bana yaptıran var, ben olmasam da birileri bu işi başarırı diyerek hem çevresinde hem uhrevi âlemde ödüllendirilip aydınlık dolu ve lem’aların her tarafta renk renk olduğu, mis kokuların kapladığı, gözleri kamaştıran güzel ortamlara ulaşması mümkündür.
İşte bu iki yoldan birini seçmek zorunda olan ve aklıselimle yaklaşan fertlerin nereye ulaşacaklarını, kazançlarının ne kadar yüksek olacağını bilmemesi zor olmasa gerek. Peki, tüm bunları fark ettiği halde hala amaçsız, hayalsiz ve başıboş yaşayanlara ne demeli? Bir yeme içme veya sadece bir eğlenceden ibaret hayatı görene ne demeli? Hayati sadece nefsin Arzularına cevap vermek olarak görenlere ne demeli?
İnsani vazifesini unutup aksine hayvani duygularını köpürtüp sağa sola saldırması, ırzı ve bedenleri kirleterek ardından ormanlardaki mahlûkatlarda bile görmediğimiz davranışaları sergileyen insan kılığındaki dört ayaklılara ne demeli?
Her gün kanlı bıçaklı duyduğumuz haberlerin üstüne bir de gencecik kızlarımıza yapılan hayvani davranışları içeren ve yine geçliğimizi katleden canilerin haberlerini seyrettiğimizde ağzımıza lokma giriyorsa bizde de bir kanıksama başlamış demektir. Bu tür insanlık dışı vaka’lar ruhumuza etki etmiyorsa durup biz de düşünmemiz lazım.
Bu tür haberlerin ardından hala kutlama ve eğlencenin merkezinde duruyorsak, bir saat sonra hiç olmamış gibi davranıyorsak azıcık da olsa bir muhasebeye çekmeliyiz kendimizi. Bu duruma düşen ve düşürülen kişi veya kişilerin arka planındaki hayatlarındaki aksaklıklar, eksiklikler nelerdir? Niçin bu durumdalar? Biz annelerin babaların çocuk eğitiminde donanımımız hangi noktadadır, eğitimcilerin çocuklara verdikleri eğitim yeterli düzeyde midir?
Günlük iaşe koşuşturmasından sonra doğru evimize kapanıp sokağımızdaki başıboş gençlere eğilmeyişimizden mi? Acaba aç mıdır susuz mudur sokakta başıboş gezen gençler? diyemememizden mi? Nemelazımcılığın hâkimiyetine teslim olmamızdan mı? Ya da hırsımıza yenilip sadece ben kazanayım başkasından bana ne dememizden mi? İşyerimize bir eleman daha alsam sigortası, maaşı bana yük olacaktır, az olsun benim olsun deyişimizden mi? Nesli yetiştirmede önceliklerimizi bilemememizden mi?
Dünya nimetleri önüne serilmiş insanoğlunun, kendisine hediye edilmiş büyük bir anahtar olan aklı kullanarak giremeyeceği bir yer, dokunamayacağı bir cisim, koklayamayacağı bir koku, göremeyeceği güzel bir tablo yoktur.
Yeter ki geldiği yeri ve gideceği yeri bilebilsin. Yeter ki kendisine konulan kuralları uygulayabilsin. Şeytanın pençesine düşmemek için kendisine zırhlar oluşturabilsin...
Üç günlük geçici bir hayatı bilse, fark etse… Bile bile hayatı zehir ederek hareket etmesi ancak akılsızlıkla mümkündür veya asiliğin kucağında ateşin çemberine kendini göndermesi, ancak iblisin oyuncağı olmasıyla mümkündür.
Yüce Yaradan tarafından kâinatın en üstünü olarak yoktan var edilmiş insanın seçeceği yolun sonunu ilimle ve akılla tahmin etmesi çok olağanüstü bir durum değildir. Okuyarak, araştırarak, ilimle; evvel ve ahir hakkında her türlü bilgiye ulaşabilir. Kendisine biçilen ömrü boyunca rotasını çizip buna göre yol alabilir. Unutmamak gerekir ki insanlara iki yol sunulmuş ve hangi yolu seçeceğine karar vermek için özgür bir irade verilmiş:
Birinci yol: Her şeyi kendisinden bilir. Ben yaptım, ben başardım, benim sayemde bu işler oluyor diyerek karanlık dehlizlerin dibine doğru kendini atarak karanlıklara mahkûm olmasıdır.
İkinci yol: Haddini ve gücünü bilerek boyunu aşan işlerden uzaklaşır, ben değil bana yaptıran var, ben olmasam da birileri bu işi başarırı diyerek hem çevresinde hem uhrevi âlemde ödüllendirilip aydınlık dolu ve lem’aların her tarafta renk renk olduğu, mis kokuların kapladığı, gözleri kamaştıran güzel ortamlara ulaşması mümkündür.
İşte bu iki yoldan birini seçmek zorunda olan ve aklıselimle yaklaşan fertlerin nereye ulaşacaklarını, kazançlarının ne kadar yüksek olacağını bilmemesi zor olmasa gerek. Peki, tüm bunları fark ettiği halde hala amaçsız, hayalsiz ve başıboş yaşayanlara ne demeli? Bir yeme içme veya sadece bir eğlenceden ibaret hayatı görene ne demeli? Hayati sadece nefsin Arzularına cevap vermek olarak görenlere ne demeli?
İnsani vazifesini unutup aksine hayvani duygularını köpürtüp sağa sola saldırması, ırzı ve bedenleri kirleterek ardından ormanlardaki mahlûkatlarda bile görmediğimiz davranışaları sergileyen insan kılığındaki dört ayaklılara ne demeli?
Her gün kanlı bıçaklı duyduğumuz haberlerin üstüne bir de gencecik kızlarımıza yapılan hayvani davranışları içeren ve yine geçliğimizi katleden canilerin haberlerini seyrettiğimizde ağzımıza lokma giriyorsa bizde de bir kanıksama başlamış demektir. Bu tür insanlık dışı vaka’lar ruhumuza etki etmiyorsa durup biz de düşünmemiz lazım.
Bu tür haberlerin ardından hala kutlama ve eğlencenin merkezinde duruyorsak, bir saat sonra hiç olmamış gibi davranıyorsak azıcık da olsa bir muhasebeye çekmeliyiz kendimizi. Bu duruma düşen ve düşürülen kişi veya kişilerin arka planındaki hayatlarındaki aksaklıklar, eksiklikler nelerdir? Niçin bu durumdalar? Biz annelerin babaların çocuk eğitiminde donanımımız hangi noktadadır, eğitimcilerin çocuklara verdikleri eğitim yeterli düzeyde midir?
Günlük iaşe koşuşturmasından sonra doğru evimize kapanıp sokağımızdaki başıboş gençlere eğilmeyişimizden mi? Acaba aç mıdır susuz mudur sokakta başıboş gezen gençler? diyemememizden mi? Nemelazımcılığın hâkimiyetine teslim olmamızdan mı? Ya da hırsımıza yenilip sadece ben kazanayım başkasından bana ne dememizden mi? İşyerimize bir eleman daha alsam sigortası, maaşı bana yük olacaktır, az olsun benim olsun deyişimizden mi? Nesli yetiştirmede önceliklerimizi bilemememizden mi?
Tüm bu soruları cevaplandırdığımızda belki sokaklara çoluk çocuğumuzla huzurla çıkabiliriz, çocuklarımızı tek başına çarşıya veya okla gönderebiliriz. Biraz daha düşünelim, ama acil düşünelim, zira bir kurban daha gitmeden ve melek olarak doğan çocuklarımızın canavarlaşmamasından önce.
Çok acil… Lütfen!