Urfa’ya su gelmiş...
Şehir merkezi, Akçakale-Harran Ovaları suya doymuş, Yukarı Harran Sulama Projesi tamamlanmış, dağların arasındaki vadiler suya doymuş, Bozova-Yaylak, Suruç Ovaları su ile buluşmuş.
Birkaç yıl önce günün yirmi dört saati musluklarınızdan su akacak dendiğinde inanmakta zorlanmıştık. İki, üç günde bir gelen su nasıl olacak gün boyu hiç kesilmeden akacak diye merak etmiştik. Böyle bir su akarsa her taraf yemyeşil olur demiştik.
Derken olan oldu.
Bir gün kepçeler Urfa’nın caddelerini, bulvarlarını, sokaklarını kazmaya başladı. Dönemin Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan’ın belediye başkanlığını kaybetmesine neden olsa da Urfa tertemiz bir içme suyun kavuştu. Hem de günün yirmi dört saati kesintisiz.
Atatürk Barajını inşa etme fikrini ortaya atandan, evlere ulaşan boruların döşenmesine kadar emeği geçen herkese minnet borçluyuz.
Su geldi gelmesine de yeşil gelmedi diye yatıp kalkıp gündeme getirdik. Elimizden geldiğince bulduğumuz fidanları diktik, ağaçlandırma yapılmasını istedik, tavsiye ettik. Topyekün bir seferberlikle tüm Urfalıların destek vereceği, kamu kurumlarının, yerel yönetimlerinin seferber olacağı bir girişimin başlaması, ancak 2019 yılı Ağustos ayına nasip oldu.
Sınıf arkadaşım Dr. Öğretim Üyesi Hüseyin Eriş, okul bahçesine diktiği fidanlardan esinlenerek sosyal medyada bir paylaşım yapmış, akabinde yeşil sevdalıları bu paylaşım çevresinde yine sosyal medyada bir araya gelmiş ve Yemyeşil Urfa Platformu oluşmuştu. Platformu temsilen bir heyet Sayın Valimiz Abdullah Erin ile görüşüp, bu kampanyayı sahiplenmesini ve hamilik etmesini istemişti. Yapılan ilk toplantıda Vali Bey, ortaya konan düşünceleri dinledi. Kamu kuruluşlarına verdiği talimatla bu kampanyanın sürdürülmesi için gerekli hazırlıkların yapılmasını istedi. Kampanyaya tüm Urfalıların olduğu gibi kamu kuruluşları ve yerel yönetimlerin de destek vermesini isteyerek, ağaçlandırma kampanyasının adının “Zeytin Temalı Ağaçlandırma Kampanyası” olmasını istedi.
Platform temsilcilerinin ziyaretleriyle çok sayıda kamu kurumu ve sivil toplum kuruluşunun desteği de bu kampanyanın ciddi şekilde yürütülmesi için önemli bir kazanım oldu.
“Yemyeşil Urfa Platformu” böylece Urfa’yı yemyeşil bir şehir haline getirecek önemli bir işlevi yerine getirdi. Vali Beyin talimatıyla gönüllülerden ve kamu çalışanlarından müteşekkil komisyonlar oluşturuldu. Bize de bu kampanyanın Medya Tanıtım Komisyonunda görev verildi.
Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü İbrahim Madenli başkanlığında oluşturulan komisyonda Şanlıurfa Gazeteciler Birliği Başkanı Veysel Polat, Şanlıurfa Valiliği adına şahsım, Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi adına da Şahin Öznur görev almış olduk. Komisyon olarak yaptığımız ilk toplantıda “Zeytin Temalı Ağaçlandırma Kampanyası” yapıyorsak, bunun için muhteşem bir fikrim olduğunu söyledim. Değerli hemşehrimiz ünlü akupunktur uzmanı Dr. Faruk Öncel’in bahsettiği Urfa’nın en eski zeytin ağacının, bu kampanyanın sembolü olabilecek nitelikte olduğunu söyledim.
Öyle bir zeytin ağacıydı ki; İnsanlık tarihine, coğrafyaya, arkeolojiye, tarıma az çok meraklı olan herkes, bu ağacın en az 5-6 bin yıldır burada olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi. Fiziki incelemede 2000 yaşında olduğu belirlenen bu ağacın, bölgedeki zeytinciliğin gen kaynağı olduğunu, şu anda ayakta olan ve 2000 yıllık olduğu tahmin edilen kısmın burada yerleşen zeytin kolonisinin devamı olduğunun ortay çıkması için bilimsel yöntemlerle incelenmesi gerekiyor. Bunun yapılması için Harran Üniversitesi’ndeki akademisyenlerimizden destek isteyelim. Karbon testi ve benzeri incelemeler sonucu, 5-6 bin yaşının ortaya çıkacağına inancım tamdır.
Söz konusu zeytin ağacımızın anıt ağaç statüsüne konulması için, 2006 yılında Dr. Faruk Öncel’in başvurusu üzerine, Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 28.12.2007 tarih ve 563 sayılı kararıyla tescil etmiş. Tescil edilmesine edilmiş ama ağaç koruma altına alınmamış.
Komisyon toplantımızda ortaya attığım fikir üzerine 15 Eylül 2019 günü söz konusu ağacımızı yerinde gözlemlemek için yola çıktık. Yolu giderken, ağacımızın hala zeytin verip vermediğini, yapraklarının yeşil olup olmadığını merak ediyordum. Bir süre sonra dağın tepesinde anıt gibi duran ağacın yemyeşil olduğunu görünce rahatladım. Araçtan inip kısa bir tırmanışın ardından ağacımızın dibine geldik. Yanımızda getirdiğimiz birkaç şişe soğuk suyumuzu, zeytin ağacının gölgesinde içtikten sonra kafamızı kaldırıp yukarıya baktığımızda, dallardan yeşil yeşil zeytin meyvelerinin bizlere gülümsediğini gördük.
Anıt zeytin ağacımız belli ki binlerce yıldır burada yaşıyordu. İçten içe çürüyen köküne inat, sürekli yeni sürgünler vermiş ve şu anda aynı zemin üzerinde büyüyen yedi büyük gövde ile yaşamaya devam ediyordu. Son yılların yağmur bolluğu nedeniyle kök kısımların her tarafından yeni sürgünler atmıştı.
Kucağına oturup, bir süre dallarını, yapraklarını bazıları kararmış olan zeytin tanelerini seyrettikçe ruhumun dinlendiğini hissettiğim anlar yaşadım. Ağacımızın çevresinde gezinip, kökünü, dalını, yaprağını incelerken “Selamun aleyküm” diyerek yanımıza yaklaşan kişi, köyün muhtarı İbrahim Bey’di. Köye girdiğimizi görünce Jandarma muhtarı aramış, köylülerden bizi görenler de haber vermiş. Muhtar da beş dakika geçmeden soluğu yanımızda almıştı. O selam, içimizdeki yeşil sevgisini bir kat daha artırdı ki, binlerce yıldır direnen bu ağacımızı hala birilerinin koruduğuna inandık. Fiziki bir koruma olmasa da bölgedeki insanlar bu anıta sahip çıkıyordu.
Muhtarımız yanımıza gelip, kendini tanıttı. Biz de ne amaçla burada olduğumuzu anlattık. Sevinçten havalara uçtu. Çevreyi bizlere tanıttıktan sonra evine davet edip, bu ağacın tesciliyle ilgili belgelerin suretlerini gösterdi. Bu alanın tamamının hazine arazisi olduğunu, yapılacak ağaçlandırma kampanyalarına köylülerin büyük bir zevkle katılacağını ve ağaçları gözleri gibi koruyacaklarının teminatını verdi. Muhtarımızın evinde çaylarımızı içtikten sonra bölgeden ayrıldık.
Fotoğraflarımızı çekmiş, kampanyamızın sembolü olacak ağacımızı yakından görmüş, dokunmuş, onun büyüklüğünü hissetmiştik.
Bu işleri yürütecek olan komisyonlara, kurullara önerilerim olacak.
Tescilli anıt ağacımızın çevresine dikilecek zeytin ağaçları, mutlaka ama mutlaka bu anıt ağaçtan çoğaltılmalıdır. Bu ağaç, binlerce yıldır bu toprakta tutunmayı başarmış olan zeytinin gen kaynağıdır. Binlerce yıla tanıklık etmiş bu ağaca yapılacak en büyük ihanet, başka familyalara ait zeytin çeşitlerinin getirilip bu çevreye dikilmesi olur. O koca köklerini genişletip, yanından verdiği sürgünlerle sürekli büyümek, yayılmak istediğini zaten anlatıyor. Ağaçlandırma kampanyası deyip, heyecan yapıp, bir an önce bu ağacın çevresini zeytin ağaçlarıyla donatalım dersek, binlerce yıl hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşayan bu anıt ağacımıza ihanet etmiş oluruz. Belki de o bize küser ve binlerce yıllık hayatına veda eder.
Bu alanın ağaçlandırılması için heyecan yapan arkadaşlara soruyorum; binlerce yıldır tek bir fidan dikilmeyen bu anıt ağacın çevresine iki üç yıl daha dokunmasak kıyamet mi kopar?
Kampanya heyecanıyla illa ağaçlandırma yapacaksak, anıt ağacımızın çevresindeki tepelerde binlerce dönüm yer var, dışarıdan gelecek fidanları oraya dikelim. Anıt ağacımızın olduğu tepeye ise, bu ağaçtan çoğaltılacak fidanlarla kuracağımız zeytin bahçesi, o ağaca duyacağımız saygının en önemli göstergesi olur.
Girit adasında bulunan en yaşlı zeytin ağacının 2-3 bin yaşında olduğu sanılıyor ve yılda en az 20 bin kişi sırf bu ağacı görmek için Girit adasına turistik gezi yapıyor. Ama bizim ağacımızın yaşının 5-6 bin olduğunu tahmin ediyoruz. Anıt ağacımız, doğal ortamına dokunmadan korumaya alınır. Urfa’da bu kadar büyük öneme sahip bir ağacı görmeye belki de milyonlarca insan gelir.
Kesinlikle milyonlarca insan buraya akın eder, çünkü o ağaç Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yerin hemen yakınındadır. Kara var mı diye Hz. Nuh’un uçurduğu kuş, birkaç kez boş gelmiş ve son dönüşünde ağzında bir zeytin dalıyla gemiye konmuştur. Kuş ağzındaki zeytin dalı, bu nedenle barışın, selametin simgesi olmuştur.
Ağaçlandırma konusunu yazarken Hz. Nuh nereden çıktı, gemi nerden geldi demeyin. Bu uzun mesele ve kabul görmesi için akademik alanda otorite sahibi olan materyalist düşünce değişmeden bu kabul edilmez. Ama biz böyle biliyoruz ve böyle inanıyoruz. Tufandan sonra kurulan ilk şehir Cudi’dedir, Cudi Urfa’dadır, Urfa, Samsat, Harran, Karkamış tufandan sonra kurulan ilk şehirlerdir. Yeryüzü, tufandan sonra büyük bir yıkım görmemiştir. Tufandan sonra kurulan şehirleri toprak altında aramaya gerek yok. Tufan sonrası kurulan şehirler, bugün Urfa’da tarihi alanlarda gördüğümüz yapılardır. Son olarak, tufandan sonra kurulan şehirde insanların mağaralar oyarak buralara yaşamaya başladığını söylemek de yanlış olur. 5 bin yıl önce yaşandığı tahmin edilen tufandan sonra şehir imar eden Hz. Nuh’un çocukları ve torunları, taş taş üstüne koyup, damını kapattıkları evlerde yaşamaya başladılar. Öyle sanıldığı gibi mağara insanları değillerdi. Mağarada yaşayan, taş devri insanları olsalardı buharla çalışan motoru olan bir gemi inşa edemezlerdi. Oysa Hz. Nuh’un gemisi buharla çalışan bir motora sahipti ve işin hikmeti ne ise dümeni yoktu. Tufan durulup, gemi avuç içi gibi bir düzlük anlamına gelen Cudi’ye oturunca, gemidekiler çıkıp bu geminin çevresinde yaşayacakları evlerini inşa ettiler. O evlerin kalıntıları bile şu anda geminin oturduğu alanın çevresinde gözle görülür şekilde duruyor. Bir süre burada yaşadıktan sonra su kaynaklarının olduğu bugünkü Urfa’yı ve diğer şehirleri inşa ettiler.
Bu konuyu başka yazılarımda çok ayrıntılı şekilde ele almıştım. Müsait bir vaktimde Göbeklitepe ve diğer höyükler hakkında düşüncelerimi paylaşmak ve bir süre ağaçlandırma kampanyamızla meşgul olmak niyetiyle hoşçakalın.