Kime sorsanız, bu aralar kimse kimseyle eskisi gibi görüşemiyor cevabını alırsınız. Bir sürü gerekçelerle… ya iş yoğunluğundan ya geçim sıkıntısından ya da toplumun ayrıştırılmasından şikâyetçiyim, der.
Hiçbir gerekçe dostu dostundan ayırmamalı. Hiçbir ideoloji insanı insandan ayırmamalı, hiçbir iş kardeşi kardeşten ayırmamalı.
Küçük meseleleri, dünyadaki geçici olacak mevkileri ve mevzuları bahane ederek çevreden uzak durmak, uzaklaşmak topluma hiçbir kar sağlamayacaktır.
Bu topraklarda maziden gelen güzellik ve uhuvvet duygusundan kaynaklanan bir tılsım var, birliği ve dirliği koruma adına.
Bu topraklarda inanç var, kucaklama adına.
Bu topraklarda bereket var, ikram var sofralarda; kaynaşmayı sağlama adına, cömertliği yayma anlamında.
Bu topraklarda her evde bir meclis vardır;şiiri, hikâyeyi, ağıdı, methiyeyi dinleme ve okuma adına.
Oturur anlatırdı büyükler ilmiyle bezedikleri hafızalarını kurcalayarak küçüklere edebi, hayâyı.
Küçükler dinlerlerdi büyükleri ışıltılı ve istikbali hayal eden gözlerle.
Avlular dolup taşardı konu komşu ile yapılan sohbetlerde. Ne zaman ki apartman çıktı hayatımızda, eski “hayatlarımız”ı da beraberinde götürdü.
Sadece hayatı mı?
Ne anar olduk Nabi’yi ne okur olduk Fuzuli’yi. Hafızalarda kayıtlı idi binlerce mısra, şimdi olduk google denen motorun peşinde.
İçeriği bilmeden şekle kanar olduk tüm sözde şiirlerde.
Yanı başımızda cevheri görmez olduk taşlara hayranlıkla bakar hal olduk. İşlemeli taşlardan oluşan mekânlara hatıra gözüyle dokunmaya başladık uzaktan uzaktan.
En önemlisi bir ve beraberce karar alamaz olduk. Ne bir şiir okuyabiliyoruz ne bir karar verebiliyoruz kentimize dair, çevremize, tarihimize, değerlerimize dair.
Hep ümitsiz olduk, açılamaz bir daha gönül kapıları dedik. Kimse kimseyle görüşemez dedik.
Bu kadar umutsuzluğun ortasında birden şelaleyi tutup kıvılcımı yayan şiir ve sanatsever dostlar çıktı meydana.
Kimse yok mu, dediler. Kimse yok mu bu şehrin tarihini canlandıran, bu şehrin şiirini bize yeniden okuyan, Nabi’sini, Abdi’sini, Akif İnan’ını, gazelhan Bedih’ini, Hafız Şükrü’sünü, Tenekeci Mahmud’unu tanıtacak kimse yok mu? dediler DERTLİ KAHRAMANLAR.
Cevap geldi hemen:
Buradayız, hem de heyecanlıyız, doluyuz, dertliyiz.
Ve kelimeler tarihi mekan içinde kalenin burcundan aşağıya doğru damıtılmaya başladı.Halilürrahman’ın manevi atmosferi etrafı kapladı.Yürekler heyecanla mazidekiler için atmaya başladı.
Mısralar dudaklardan döküldü ,ruhlar dirildi ruhlarımızı dirilterek.Gece, sessizliğiyle bize eşlik etti.Ay, ışığını yansıttı ezgiler eşliğinde.
Zaman mefhumunun bu kadar süratli olduğunu o oturduğumuz anda fark ettim.
Urfa'nın bir sonbahar akşamında güzel mekânı Cevahir Konukevi’ni edebiyat için gururla açan Asuman Yazmacı Hanımefendi ve organizeyi yapan Funda Ateşoğlu’ya buradan teşekkür etmek zaruri bir görev olarak görüyorum.
Ayrıca o güzel sonbahar akşamında şiirdeki tecrübesini ve Urfa’nın edebiyat tarihini bize sunan Yusuf Demirkol’a, ruhu şiir gibi nazik, Filistin Şairi rahmetli Akif İnan’ın kardeşi güzel insan Doktor Ahmet İnan’a, kültürel çalışmalara attığı imzalarla ünlü değerli büyüğümüz Müslüm Sunay’a Modern edebiyatımızın güçlü kalemi Şair –Yazar Necdet Karasevda’ya, TV ve Radyolarda seslendirdiği şiirlerle gönüllere taht kuran İsmet Polat’a, aşk şiirleriyle sahaya birden çıkan genç Şair Serkan Baltacı’ya,Eğitimci Ahmet Bozkurt’a ve adını yazmadığım birçok katılımcıya tek tek teşekkür ederek buna benzer kardeşliği pekiştiren, tarihimizi canlı tutan edebi sohbetlerin devamını diliyoruz.