Neden Din Hakkında Konuşuyoruz?

Uzunca yazılarımı okuyanlar neden en fazla din üzerinde durduğumu soruyor.

Toplumsal konulardan, ekonomiden, siyasetten, eğitim, tarım ve sanattan neden bahsetmiyorum diyorlar.

Bu yazı kısa olacak ve sebebini açıklayacağım.

Şunu söyleyeyim, hangi konu dini inançlarımızdan uzak?

Hangi meselemiz dini inançlarımızdan ayrı şekilleniyor?

Hangi tutum ve davranışımız din anlayışımızdan ayrı düşünülüyor?

Toplumsal ilişkilerimizden olan aile, anne-baba, evlat, eş, akraba, arkadaş, komşu konularının hangisinden bahsettiğimizde dinden uzak bir çerçeve çizebiliriz? Toplumsal ilişki hukukumuzu bozan, sorunlara yol açan tutum ve davranışların tek çözümü olarak temelini dinden alan ahlak ve kurallar yok mu?

Var.

Aynı şekilde, ekonomiyi konuştuğumuzda yakındığımız konuların başında gelen faiz, karaborsa, vergi yükü, aldatma, yalan, hileli mal, borç-alacak ilişkisi, işsizlik, iş ve ticaret hukuku gibi meselelere inandığımız dinin hilafına hükümler koyarak yol almaya çalıştığımız zaman ortaya çıkan sorunları nasıl çözüyoruz? Sadece denetimle bunu yapmaya çalışıyoruz ki, iki gözün görmediği yerde insanlar satacağı sütle banyo yapıyorlar. Çünkü dini hassasiyetten uzak, vicdanında dinin gerektirdiği kuralların hassasiyetini taşımayanlar ekonomi sisteminin her alanının bozulmasına neden olmaktadır.

Siyaseti dinden uzak tutabilir misiniz?

Bu da imkânsızdır ki, din bir yönüyle kişi ile Allah arasındaki ilişkiyi belirlerken, diğer yönüyle de toplumsal ilişkiler anlamında tam anlamıyla siyasettir. Siyasetteki sorun, dinin suistimal edilmesi suretiyle halkın aldatılmasından başka bir şey değildir. Tarih sayfaları, sadece bizim toplumumuzda değil, tüm dünyada dinin şekillendirdiği siyasetle uğraştığına şahittir.

Eğitim öğretimi dinin dışında düşünebiliyor muyuz?

Çocuğunuzu gönderebileceğiniz en yakın okul İmam Hatip Okulu olmuş ve bundan rahatsızlık duyuyorsunuz. Servisler tutup, başka yollar arayıp çocuğunuzu İmam Hatip Okulu olmayan başka bir okula göndermeye çalışıyorsunuz. Dinden etkilenen siyasetin şekillendirmeye çalıştığı ve sorunlara yol açan bir eğitim sistemi var önünüzde.

Eğitim müfredatını ve eğitimde dinden kaynaklanan diğer sorunları bir tarafı bırakarak rahatlıkla söyleyebilir ki, konuşacağımız eğitim sistemi de mutlaka din ile ilişkilendirilecektir.

İçerisine dini katmadan tarımı konuşalım o zaman. Olmaz mı?

Kaçak elektrik kullanarak tarım yapmayı kendinde bir hak olarak görenler elektrik şirketi çalışanlarına saldırıyor, kaçak elektriğin bedelini evinde oturan masum vatandaş ödüyor ve bu hak ihlali oluşturuyor. Başkasının kullandığı kaçak elektriğin bedelini evinin elektrik faturasıyla ödeyen “Allah belalarını versin” deyince, din işin içine karışmış oluyor.

Aynı şekilde fazla mahsul elde etmek için suyu hesapsızca tarlasına salarak hem su israf eden hem de yan tarladaki komşusunun su hakkını gasp eden, daha fazla mahsul için toprağa gereğinden fazla kimyasal atarak tüketiciyi zehirleyen, sahte belgelerle devlet desteğinden faydalanan, daha çok et ve süt elde etmek için hayvanları doğasına aykırı şekilde besleyip, onlara zulmedenlere dinin söyleyeceği bir söz yok mu dersiniz?

Peki sanata ne dersiniz?

Sanat için soyunanlara, sanatla toplum ahlakını, geleneğini, örfünü, adetini bozanlara dinin söyleyeceği bir söz yok mudur?

Hayatımızın her alanında yaşadığımız ve memnuniyetsizliğimize yol açan hususların temelinde dini inançlarımız yatıyor. Dini inancımız olmasa, hırsızlıktan rahatsızlık duymayız.

Lisanssız Windows kullanmanın bile kul hakkına gireceğine inanan biri olarak, toplumsal konuları konuşurken, mutlaka dini inançlarımızı da sorgulamamız gerekiyor diyorum. Üç talakta boşadığı karısı ile yeniden evlenmek için ya Kız Mıço’yla ya da Haftalıkçı Ahmet ile “hülle nikahı” yaparak dini anlamda rahatlayan bir milletin, hayatın her alanında dini anlamasına ihtiyaç yok mu?

(Meraklısına not: Kız Mıço ve Haftalıkçı Ahmet, birkaç yıl öncesine kadar Urfa’da yaşayan, akli melekeleri zayıf olan ve toplum tarafından sevilen insanlardı. Kız Mıço; evin çamaşır, bulaşık, yemek,temizlik işlerini kendisi yapar, kafasının üstünde gezdirdiği leğene koyduğu kaynamış mısırları sokak sokak gezerek satar, satış yaparken ev işleri, temizlik ve benzeri konularda kadın erkek tüm müşterileriyle esprili sohbetler ederken, iri yarı vücudu, pos bıyığına rağmen narin hareket ve ifadeleriyle sempati toplardı. Mısır satarken üzerinde sürekli tertemiz olan beyaz bir iş önlüğü olurdu. Mısır satışının dışında mahalle düğünlerine çağrılır, para verilerek oynatılır düğünleri şenlendirirdi. Çocukluğumda, Bidik Sokaktaki bir erkek düğününde başının üstüne koyduğu bir bardak su ile oynarken, düğünde oturan birinin silahla ateş ederek bardağı kırdığını ve Kız Mıço’nun soğuk kanlılıkla oyununa devam ettiğini gördüm.

Haftalıkçı Ahmet de yine Urfa’nın sevilen bir şahsiyetiydi. Onun da aklı tam değildi. O da Kız Mıço gibi temizlik hastasıydı. Her zaman tertemiz giyinirdi. Eski Urfa’yı semtlere bölmüş, haftanın her bir günü bir semtin esnafını tek tek ziyaret eder, “Hayırlı işler, Allah sizi muhafaza etsin, Allah sizi borçtan da kurtarsın, çoluk çocuğunuza sağlık versin, hadi verin haftalığımı ben gidiyorum” der, esnaf da bir kural olarak Haftalıkçı Ahmet’in haftalığını verir, uğurlardı. Kendisine çok sataşanlar olurdu ama pek karşılık vermezdi. Küfür etmez, sadece “Ahlaksız, terbiyesiz”, “Allah ıslah etsin” derdi.

“Ahmet niye evlenmiyorsun” diye soranlara, “Benim aklım basmıyor. Aklım bassaydı ben de evlenirdim, benim de avradım olurdu, uşahlarım olurdu” diye cevap verirdi.

Yazımızda geçen bu iki ismin de, bunlar gibi başka bazı kişilerin de üç talakla boşanma sorunu yaşayan bazı Urfalıların “hülle nikahı”nda aktör olarak kullanıldığı ve karşılığında ise küçük bir harçlık aldıkları bilinmektedir.)