Mekanlara İsim Kritiği

Mevcut sosyo-kültürel yapının politikayı nasıl etkilediğinin bariz örnekleri, ortaya konan eserlerden ziyade onlara atfedilen isimlerle de kendini göstermektedir.

Çok farklı siyasi, dini ve kültürel ve etnik kökenlere sahip olmasına rağmen tamamen politik olan isimlendirme faaliyetinin, sosyo-kültürel yapıyı nasıl etkilediği veya etkilemediği, bölgedeki insanlar arasında çatlak oluşturup oluşturmadığı, insanlar üzerinde ne gibi tesiri olduğu, şehre ve şehrin geleceği olan çocuklara geleceğe dönük ne gibi şeyler verdiği hesaplanmadan yapıldığı açıktır.

Bir yapının inşasını sağlayan, onun için maddi harcamada bulunan kişinin yapıya isim verme, kendi ismini verme gibi genel bir kabul olsa da toplumun genelinin maddiyatıyla oluşturulan yapılara, cadde, sokak veya parklara bazı isimlerin verilmesinde yukarıda saydığımız hassasiyetler göz önünde bulundurulmalıdır.

12 Eylül Caddesi’ni bir dönem sahiplenen kesim, aradan bir süre geçtikten sonra siyasi ve politik gerekçelerle caddenin adını Demokrasi Caddesi olarak değiştirmiştir. Topçu Meydanı’na Rabia Meydanı adını takmak, Evren Sanayi Sitesi’nin adını değiştirmek, hatta bir ilçenin, ilin tamamen adını değiştirmek de aynı durumdur.

Oysa mekânlara isim vermek büyük bir hassasiyet gerektirir. Eski SSK Hastanesi’ne Balıklgöl Devlet Hastanesi denmesine hiçbir itiraz gelmemiştir. Aksine kabul görmüştür. Bir dönem adı Türk Meydanı’na çevrilen Arap Meydanı’nın isminin iadesi de büyük memnuniyetle karşılanmıştır. Haşimiye Meydanı’nın, Akarbaşı’nın, Sarayönü’nün, Yakubiye’nin, Atatürk Bulvarı’nın, Cumhuriyet Caddesi’nin adı hiçbir zaman tartışma konusu edilmemiştir. Çünkü bu isimler, uzun yıllara dayanan, toplumsal benimseme ile kendiliğinden oluşmuştur. Mekânlar, kendi isimlerini almıştır.

Buna rağmen isimleri sırıtan mekânlarımız vardır. Esentepe’te bulunan ve bir dönem 500 Yataklı Hastane olarak anılan Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, büyüklük bakımından dikkat çekenler arasındadır. Urfalı bir değer olan merhum Mehmet Akif İnan, hâkim siyasi iktidara yakınlığıyla bilinen sendikal yapılanmanın kurucu lideri, mücadeleci İslami camianın öncü isimlerinden biridir. Aynı düşüncede olan insanlar için şüphesiz önemli bir isimdir. Düşüncesi aynı olmayan insanların bile saygı gösterdiği eşraf bir ailenin mensubudur. Ancak toplum nezdinde genel kabul görecek bir isim kesinlikle değildir ve olamaz. Toplumsal kabul görme anlamında bakılacak olursa, Mehmet Akif İnan’ın kardeşi olan Dr. Ahmet İnan daha öndedir ki, adına deyimler oluşmuştur. Biri çok yemek yediğinde, arkadaşları “Ahmet İnan çıkara” diyerek şakalaşmaktadır. Başkasının malını yemekle mahir olan hırsızlar için de aynı deyip kullanılır. Yine beddua edilirken, “Ahmet İnan’ın eline düşesen” denilmektedir. Bunun gibi daha farklı deyimler oluşmaya ve toplumsal hafızaya yerleşmeye devam etmektedir. Dr. Ahmet İnan ünlü bir cerrahtır. Safra kesesinden mide ve bağırsağa tüm sindirim sistemindeki arızaları gidermek onun işidir. Toplumla aynı dili konuşmakta, aynı kültürü paylaşmakta, aynı dertlerle muzdarip olmaktadır. Ama ağabeyi Mehmet Akif İnan öyle değildir, o daha çok elitleşmiş bir çevrededir. Toplumun genelinde kabul gören bir isim olabilmek, Atatürk olabilmek gibi bir şeydir, Karacaoğlan olmak gibi bir şeydir.

Böyle olmadığı için bugün tüm Urfa eski SSK Hastanesine verilen Balıklıgöl Devlet Hastanesi’ni benimsemiş, bu ismi kullanmaya başlamış ama Mehmet Akif İnan ismini benimsememiştir. Ne kadar büyük tabelalar asılsa da, ne kadar kamuoyuna yapılan açıklamalarda ismi verilse de o hastane Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi olmamıştır. Yatak sayısı 700’ü geçmiş olsa bile 500 Yataklı olarak bilinmektedir. Rabia Meydanı’na herkes Topçu Meydanı dediği gibi, Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne de 500 Yataklı veya Esentepe Hastanesi demeye devam edecektir.

Bir diğer hastane ise inşa edildiğinde 800 yataklı olacağı bildirilen Eyyübiye’deki Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi’dir. Buraya da Urfa’da hiç kimse Şanlıurfa Hastanesi demez. 800 Yataklı Hastane veya Eyyübiye Hastanesi ismiyle anılır. Eyyübiye ilçesindeki tek hastane olmasına rağmen buraya Eyyübiye Devlet Hastanesi isminin verilmemesi de ayrı bir garipliktir.

Mekânlara isim vermek veya sonradan o ismi değiştirmek kolay bir iş değildir. Mekânlar, ilk oluşturulduğunda ya isimlerini beraberinde getirir veya sonradan toplum ona uygun ismi yakıştırır. Bu, zorlama ile olacak iş değildir. İnşa edildiğinde MOZAİK AVM olan, daha sonra ismi Urfa City AVM olarak değiştirilen mekân da bunlardan biridir. Urfa’da kimse oraya giderken Urfa City’e gidiyorum demez. Mozaik’e gidiyorum derler. Yine buradaki konferans salonu da Mehmet Akif İnan Konferans Salonu olarak anılmaz. Mozaik AVM konferans salonu veya Mozaik’teki nikâh salonu olarak kabul görmüştür.

Oraya buraya ismi verilen bir diğer değerimiz de Kazancı Bedih’tir. Popüler kültürün nostalji arayışında sarıldığı saçı sakalı ağarmış bir müzik insanı olan merhum Kazancı Bedih’de isim vermenin hışmına uğramıştır. Hayatı mütevazılıkla bilinen, daha iyi şartlara imkânı olmasına rağmen eşiyle yaşadığı evde katalitik sobadan zehirlenerek hayatını kaybeden Kazancı Bedih için “pir” ifadesi aslında bir abartmadır. Çok sayıda musiki eserini hafızasında tutan ve icra eden bir isim olmasına rağmen, hayatı boyunca kendi üretimi olan bir eserle anılmayan merhum, vefatından sonra abideleştirilmiştir. Önce bir sokağa, sonra bir parka, sonra bir caddeye ismi verilmiştir. Kabri başında ve salonlarda her yıl anma programları düzenlenmekte, rahmetle yâd edilmektedir. Şüphesiz Urfa için önemli bir isimdir, kıymettir, değerdir.

Ama Kazancı Bedih ismi de Mehmet Akif İnan gibi önüne gelinen her yere ismi verilecek bir şahsiyet değildir. Mehmet Akif İnan veya Kazancı Bedih ismi verme uygulaması, birer örnek uygulamadır ki başarısız uygulamalardır. Bizim evin bulunduğu sitede 250 ev var, daha önce 101. Cadde olarak anılan caddemiz üzerindeki hane sayısı 1000 kadar. Bu kadar hanede oturanların hepsi her türlü adres işinde 101. Cadde’yi kullanmış. Ardından belediye bir karar almış ve tüm ilçenin 101. Cadde olarak bildiği ve kabul ettiği ismi Kazancı Bedih Caddesi olarak değiştirmiş. Değiştirmiş değiştirmesine de millet bunu kabul etmediği gibi kamu kurumlarının sistemleri de bunu kabul etmemiş. Belediyeyi arayıp bir arıza bildirdiğinizde Kazancı Bedih Caddesinin nerede olduğunu bilmezler. Elektrik, su, telefon faturalarında, kargo adreslerinde hep 101. Cadde olarak kayıtlıdır.

Adama sormazlar mı, Kazancı Bedih’in hayatında bir kez bile geçmediği, onun ölümünden yıllar sonra açılan bu caddeye ne diye adını verdiniz? Adını verdiniz de ne oldu? Kimse kabul etmedi ki.

Mekanlara isim verilme konusunda “Halikarnas Balıkçısı” olarak bilinen ünlü edebiyatçı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nin bir tutumu vardır. Murat Bardakçı’nın da Konya Selçuk Üniversitesi’nin adının değiştirilmesi gündemiyle ilgili hatırlattığı bu anekdot şöyledir.

“Bir zamanların fakir ve ücra sahil köyü olan Bodrum’un bugünün Bodrum’u haline gelmesini sağlayan Cevat Şakir’e “Üstad, Belediye Meclisi buradaki ana caddeye ismini vermek istiyor. Ne dersin?” diye sormuşlar...
Cevat Şakir “Hayır!” demiş. “Caddeden geçen at, öküz, manda vesaire, ismimi taşıyan caddenin üzerine .ıçsın diye mi? Sakın öyle bir şey yapmasınlar, İstemem!”.

 

Bakın şehir kültürü, medeniyet ve toplum sosyolojisi hakkında önemli tespitleri olan Prof. Dr. Abdullah Ekinci, mekanlara isim verme konusunda ne demiş.

“Şehirdeki mekân isimleri, yüzde 100 oranında Bediüzzaman veya Harran kapı mezarlığındaki mezar taşlarının bir yansıması olmamalıdır...

… Her mekân ve ad, şehrin ruhunu şenlendirir veya öldürür. Şehir ruhu zorlamalarla incinir, güçsüzleşir ve o adı taşıyamaz. Bunun en güzel örneği 12 Eylül Caddesi-Yeşil Direk mahalle adlarıdır.

Mekâna ad vermek, mekânın hakkını vermektir. Ad vermenin, isim vermenin bir kriteri olmalıdır. Bazı mekânlara ad dayatmak, o mekânı kimliksizleştirir. Her mekânın öznesi, onun özüdür. Özünden uzaklaşılan mekân, kendine yabancılaşır. Şehrin ayrıntıları, aynı zamanda asli kimliğidir. Şehrin ayrıntılarında boğulmadan nüfuz edebilmek, bireyi mutlu kılar.

Mekana ad verme kriterinin arka planında siyasi çıkar politikası olduğu kadar, toplumsal kültürden etkilenmiş politika da vardır. Bu ise Urfa kültüründe “Ölü .ötü ballı olur.” deyimiyle açıklanmaktadır.