KARAR VERELİM: BİZ HIRPO MUYUZ?

İtiraf etmek gerekirse sosyal medya ve internet karşısında bugün yazılı medya etkisi neredeyse sıfırlara inmiş durumda. Sebebini uzun uzun irdelemeye gerek yok. Çağın gereği böyle deyip konuya geçeyim.

Uzun süredir sosyal medya dışında bir şey yazmıyorum.

Çoğu eli kalem tutan kişi gibi, eleştirilerimi, düşüncelerimi sosyal medya aracılığıyla paylaşıyorum.

Ramazan vesilesiyle daha çok boş vaktimiz olduğundan sosyal medyada daha fazla paylaşımda bulunuyor, okurla yeri geldiğinde bire bir diyaloga girme imkanı buluyoruz.

Önceki gün bu sosyal medyanın öyle ciddiye alınacak kadar önemli olmadığına yeniden inandım. Çünkü sosyal medyanın kuralı yok, sınırı yok, denetimi yok.

Doğrusunu söylemek gerekirse ben dahil hemen herkes sosyal medyayı bir eğlence, yeri geldiğinde faydalı şekilde vakit geçirme yöntemi olarak tercih ediyor.

Bu aralar sosyal medyadaki paylaşımlarımızın başında da Topçu Medyanı isminin Rabia olarak değiştirilmesi kararı doğrultusunda Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi’ne ve belli gruplara eleştiri yer alıyor.

Önceki gün yine bu eleştiriler arasında farklı bir noktaya dikkat çekmek istedim.

Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi’nin hizmete sunduğu yeni 99 kişilik otobüslerin insancıl olmadığına değindim. 72 yolcu ayakta, 27 kişi koltukta taşıma kapasitesine sahip bu araçların, insancıl olmadığına vurgu yaparak, yerel seçim sürecinde Sayın Ömer Kapaklı’nın “Genel Sekreter Urfalı olmalı – Biz Hırpo Değiliz” başlıklı yazısında gündeme getirdiği “Hırpoluk” terimiyle ironik bir yaklaşımda bulundum. Kapaklı, “Genel  Sekreter de yabancı olursa bir Urfalı olarak kendi kendime ‘Biz Urfalılar çok hırpoyuz’ derim...” demiş ve yazısının sonuna not düşmüştü: Hırpo: İyi yürekli, ama saftır, kolayca aldatılır demektir..

Büyükşehir Belediye Başkanı Genel Sekreterliğine Urfalı olmayan birinin atanması üzerine de Kapaklı sosyal medyadaki paylaşımında “Hepimiz Hırpo olduk. Hırpo derneği kuruyorum” diyerek Urfalının kendini eleştirmesi gerektiğine değinmişti. Gerçi Kapaklı daha sonraki yazılarında mizahi yaklaşımdaki “Hırpoluğu” bir kenara bırakıp, ciddi eleştiri ve önerilerini  kamuoyu ile paylaşmıştı.

Ben de  “72 hırpo ayakta, 27 kişi koltukta” diyerek, böyle bir taşıma düzeninin insanı hırpo yerine koymaya geldiğini ifade ettim.

Ardından eleştiriler geldi.

Ömer Faruk Çavur adlı bir sosyal medya arkadaşım, bunun ağır olduğunu ve Urfalılara hırpo demeye hakkımın olmadığı yorumunda bulundu.

Doğrudur. Urfalıları hırpo yerine koymaya hakkım yok. Ama bilinmeli ki Urfalıları hırpo yerine koyan ben değil, bu yönetim sistemidir.

Hepimiz Urfalıyız ve yapılan işlerde milletin menfaatinin düşünülmemesi, fikrinin alınmaması konusunda sıkıntılıyız. Yoksa toplu taşıma işini belediyenin yapması için onlarca yazı yazan, eski taşıma sistemini eleştiren en fazla yazıyı ben yazmış, en çok haberi ben yapmıştım. Arşivlerde duruyor. Milletin parasıyla alınan otobüslerde 72 kişi ayakta gitsin, 27 kişi oturabilsin mantıksızlığına bir eleştiri lazım diye düşünüyorum.  Otobüse 99 kişi bindireceksin 72'si ayakta gidecek. Buna göre tasarlanmış. Otobüse bilinçli olarak koltuk yerleştirilmemiş. Ortada top oynanır adeta. İnsanlık bunun neresinde, insana değer verilme bunun neresinde. Oturarak seyahat eden de, ayakta giden de aynı ücreti ödemiyor mu? Seyahat esnasında ayakta giden, oturana kalk biraz da ben oturayım diyebilir mi? Hayır. Öyleyse bu sistem bozuktur. Eski toplu taşıma sisteminde “Ayakta yolcu taşımak yasaktır” diyen sistem, işi kendisi yapınca oturanın üç katı ayakta yolcu taşıma hakkını nereden alıyor?

Hırpo yerine konmak hemen her konuda, her uygulamada böyle.

Belediye Başkanım Urfalı olsun demişsin olmamış.

Üstgeçitler yapılsın demişsin, yapılmış ama engelliler düşünülmemiş. Kent merkezindeki üç-beş üst geçidin hiç birinden engelliler geçemiyor. Karayolları yaptı, bizi ilgilendirmez diyen bir belediyecilik anlayışı olabilir mi? Kaldı ki Emirgan’da belediyenin yaptırdığı üst geçidin engelli asansörü de bir gün bile çalıştırılmadı. Bu tutum, engellileri de hırpo yerine koymuyor mu?

Üst geçitlerin merdivenlerini kim süpürüyor? Kaç günde bir süpürüyor? Kimse süpürmüyor. Çıkıp bakın hepsi pislik içinde.

Urfa’nın onlarca kitap gibi tarih adamı ne kadar oranın tek meydan olduğunu söyleyip, fotoğraflarıyla, bilgileriyle bunu paylaşsalar da AK Partili bir kesim ısrarla orası birbirinden ayrı iki meydandır saçmalığını dayatmaya devam etmiyor mu?

Urfanın sosyal hayatını etkileyen, toplumsal bilinci oluşturan Topçu Meydanı’na Rabia ismi verilirken AK Parti’de ve STK’larda etkin olan birkaç kişinin yönlendirmesiyle bu iş yapılırken hangi vatandaşın fikri alınıyor?

Hiç kimsenin?

Üstelik, kentin tarihi kimliğine sahip çıkanlar, bir kesim tarafından “Yahudi dostu – Urfayı İsrail’e vermek isteyenler” gibi ağır bir itham altında bırakılıyor. Ülkenin en ünlü yazarlarından birine bu söz meydanlarda söylettiriliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi otobüsün rengini bile vatandaşa sorup, anket va kamuoyu araştırmaları yaparken, Urfa Belediyesi böyle bir kararı tabela derneklerinden toplanmış üç-beş imzaya bakarak alabiliyor. Bu mudur Urfalıyı adam yerine koymak?

Yine  sosyal medyada bir paylaşımımda ramazan davulcusu olayını gündeme getirdim. Bu konu hakkında da ne kadar büyük bir başıboşluğun olduğunu ortaya koydum. Belediye beyaz masa personeline talimat verilmiş, “Davulcu şikayeti için ararlarsa, Valiliğe yönlendirin. O işle Valilik ilgileniyor deyin” denmiş. Vali Yardımcıları sağlıkla, sosyal işlerle çeşitli kamu kuruluşlarının iş ve işlemleriyle yetkilendirilmişler ama “Davulculardan sorumlu Vali Yardımcısı” ne yazık ki yok.. Böyle bir şey olamaz zaten. Belediye Encümeni’nin sorumluluğunda olan bir konu böyle baştan atılabilir mi?

Niye şikayetçiyim davulcudan? O da malum. Henüz uyumadığım bir saatte gece 01.00’de bu gürültüyü duymak istemiyorum. Davul sesinden gece yarısı nefret ediyorum. Bir adamın çıkıp otuz gün boyunca gece davul çalıp, sonra karşıma dikilip para istemesini kabul etmiyorum. Kim sana dedi gel davul çal beni uyandır? Hiç kimse.. O zaman niye çalıyorsun bu davulu?

Her meselemizde olduğu gibi, bu meselede de cevap yok.

“Memleketin sahibi yok, kimse sesini çıkarmıyor” denmemeli.

Hak aranmalı ve doğru olanın yapılması istenmeli. Bu eleştiri ve istekler sıralanırken de, bunları yazıp çizenlere “Yahudi dostu” iftirasından uzak durulmalıdır. Hangi yönetim gelirse onun yanında yer alıp, yağmur neredeyse tarlasını oraya çeken kişileri millet iyi tanır. Kimin üç kuruş menfaat için bütün değerleri bir anda sattığını da iyi bilir.

Biz gazeteciyiz. Fikir işçisiyiz. Milletin menfaati için fikir üretir, eleştirir, yorum yaparız. İşimiz budur. Yazıp çizdiklerimizde aslolan milletin genelinin menfaatidir. Yayınımızla işlere ayna tutarız. Bir kişinin, partinin, kurumun yıpratılması, kara çalınması aklımızın ucundan bile geçmez. İdareciler bu aynaya bakarak doğru olanı yapma pozisyonundadır.

En küçük birkaç meselemiz bu.

Şimdi karar verelim.

Biz hırpo muyuz?