Hülagü'nün Karşısında Bir Bilge

Sevgili okuyucular,
Bazen bir mevzu hakkında çok şey anlatmak ister insan.Kelimeleri,cümleleri sıralar,iletmek istediği mesajı bir türlü karşısındakine veremeyebiliyor.Böyle durumlarda durup takılı kalırsınız.Bazen de dinlediğiniz veya okuduğunuz bir hikaye tam da sizin meramınızı özetler.İşte onu alıp karşınızdakine okumanız yetiyor.Bugün de ben kıssadan hisse diye tabir edilen bir hikayeyi olduğu gibi sizlere aktarmak istedim:
Hülagü Han, Moğol İmparatorluğu'nun kurucusu Cengiz Han'ın torunu, İlhanlı Devleti'nin kurucusu Mengü Kağan'ın kardeşidir. 1255'te ağabeyi Mengü Han tarafından Ortadoğu'da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için görevlendirilir. 
Hülagü, 1258 tarihinde Bağdat'a girerek Abbasi Halifesi Mutasım'ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalatır. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200 bin, bazı kaynaklara göre de 400 bin kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehri'ne attırır. 
Hülagü'nün zalimliğini anlatmak için Dicle'nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir. 
Hülagü bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. 
Kimse Hülagü tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez. Bu haber, zamanın genç âlimlerinden Kadıhan'a da ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. 
Böylesine bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagü ile görüşmeye gidebileceğini bunun için kendisine “bir deve, bir keçi, bir de bir horoz” verilmesini ister. Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülagü'nün şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar. 
Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler. Hülagü, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte biri olmadığını görerek: 
“Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı? diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir şekilde:
“Görüşmek için iri yarı, boylu boslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin.” der. 
Hülagü, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar ve “Şöyle otur bakalım” diyerek kendisine yer gösterir ve ilk sorusunu sorar:
-“Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir' diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir şekilde: ' –“Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah'ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi' der. 
Hülagü, ikinci sorusunu sorar:
-“ Peki, beni buradan kim gönderebilir?' 
Cevap çok manidardır:
-“ O da bize bağlı. Kendimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.”