Yaklaşık yirmi yıl önce Rio’da çevre konulu “Dünya Zirvesi” toplanmıştı. Japonya’da fil ve gergedan gibi türlerin karşılaştığı tehditlerle ilgili küresel toplantılar yapıldı. Ruanda’daki goriller için herkes kaygılı. Avcıların yılda birkaç bin fil öldürmesi yüzünden patırtı koparılıyor, yasalar çıkarılıyor, çeşitli araç gerecin satışı yasaklanıyor. Ama biz bugün insanların öldürülmesinden söz ediyoruz. Soyunun tükenmesi tehlikesiyle karşılaşmış, bir türe örnek arıyorsak, Ruanda’daki Tutsilerden söz etmek de mümkün.
Daha önce yazmış olduğum bir yazıda da belirttiğim gibi, nasıl yeni bir savaş biçimi icat etmiş isek, şimdide yeni bir barış biçimi icat etmek zorundayız, o barış biçimi de “Üçüncü Dünya”nın şiddet biçimleriyle savaşabilmek için, gücün ve bilginin ademi merkezileştirilmesinden yararlanmak zorundadır.
Felaketi davet eden bir hayat biçiminin elinde rehin durumdayız.
İnsanoğlu biyosferi bozan karbondioksiti püskürtüp duran otomobilleri, kloro-floro-karbonlu deodorant spreyleri olmadan yaşayamamaktadır.
Radyasyon terapisinden, haşere ilaçlarından, süpermarkette bulduğu, doğanın çürütemediği plastik torbalardan vazgeçememektedir.
Ozon tabakasının yok olması, dünya atmosferinin ısınması, genetik çeşitliliğin geri dönülmez şekilde sürekli azalması…
Aradan geçen onca zamanda, artık sağduyulara pişmanlık dolu bir dengesizlik duygusu sızmış bulunuyor. Michel Foucault’un “epistemik çöküş” dediği şeyle karşı karşıya olduğumuz bir gerçek.
Barış ve hakkaniyet peşinde koşmalıyız. Gelecekle özgürce yüzleşebilmek için hem iyimserlikten, hem kötümserlikten vazgeçip tüm umutları insanlara yöneltmek, aletlere güvenmekten vazgeçmemiz gerekir.
Sevgiyle…