Denir ki, çobanların ticarete başlaması kıyamet alametidir.
Bugün çevrenize baktığınızda dededen babadan ticaretle uğraşan çoğu kişi işçilik yapmaya başlamışken, dünün çobanları işadamı, tüccar oluvermiştir.
Çobanın ticaretten anlamaması, sosyal ilişkilerinin şehir hayatı ve ticaretin gerektirdiği seviyede olmaması kötü sonuçlar doğuracak olması düzeni tehlikeye düşürebilir diye düşünülür.
Nitekim öyle de olur.
Ancak kıyamet alameti diye peygamber efendimize dayandırılan bu sözün aslında ne kadar sağlam olduğu tartışılır.
Çünkü peygamberimiz de ticarete başlamadan önce çobanlık yapmaktadır.
Peygamberlerin hemen hemen tamamı da çobanlık yapmıştır.
Ama çobanlıktan sonra başka işlerle uğraşmaya başlamışlar ve başarılı da olmuşlardır.
Günümüzde de ticaretle uğraşanların önemli kısmı çobanlıktan gelmedir.
Köylü mantığı dediğimiz düzeni doğal olarak işlerine de yansıtmaktadırlar.
Çobanlıktan öteye, Türk toplumu toprağa bağlı yaşamaya alışkın olduğu için ticaret gibi gezmek, görmek, tanışmak, üretmek, pazarlamak gibi çabalardan da çoğu topluma göre uzaktadırlar.
İnsanımız, bir dönüm bostan yan gel yat Osman sözünü çok sever.
Yiyeceğini toprağa ekersin, Allah yağmur verir, yağmur vermezse el açıp istersin. Derken ektiğin yeşerir, hasat edip yiyeceğini temin edersin. Yazın topladığını kışın yer, kışın yan gelip yatarsın.
İçeriye iki hayvan koyup sütünü içer, yoğurdunu yer, tezeğiyle ısınır, yavrusunu büyütür, zamanı gelir hayvanı kesip etini yersin.
Köylü olmak güzeldir.
Ekstra masraf yoktur.
Gül gibi geçinip gidersin.
İşte bizim ticari hayatta beklediğimiz şekilde başarılı olamamamızın başlıca sebebi budur.
Elimiz iştedir ama aklımız başka yerdedir. Gözümüz tarlada, toprakta, köydedir.
Elin gavuru evinde it besler, biz fırsatını bulduğumuzda karagöz kuzuyu peşimizden koştururuz.
Millet papağan besler, biz pazardan civciv alıp evde besleyip kesip yeriz.
Köyü terk edip şehre inmişizdir ama aklımız köydedir.
Bakkalda, pazarda köy yumurtası, köy yoğurdu, köy tavuğu arayıp almak isteriz.
Hayatı boyunca şehir yaşamında, ticaretin, memuriyetin içinde olanlarımız bulduğu ilk fırsatta bir dağ başında yaşayacağı sessiz sakin bir köy evini hayal eder.
Emekli olunca kırsalda yaşama hayalleri kurar.
Şehirde yaşamak, para ile uğraşmak, almak, satmak, kiralamak bizim insanımızın fıtratında yoktur. Henüz tam anlamıyla yerleşmemiştir. Uzun yıllar boyunca da olması gerektiği şekilde olmayacaktır. Çünkü köylü mantığının serbestlik ve rahatlığı yüzyıllardır genlere işlemiştir.
İnsanımız uyuduğu zaman atalarının ağaçtan düştüğü anda hissettiği korkuyu henüz üzerinden atamamıştır. Hala uyuduğu zaman yataktan düşer. Müstakil köy evlerinde yaşamaya alışkın olduğumuzdan evlerin üst üste olduğu apartmanda yaşama kültüründen uzağızdır. Kırk dairelik ortak yaşam alanında kendimizi bağımsız hissederiz. Diğer insanlara karşı sorumluluklarımızın üzerini çizmeye çalışır, sadece kendi özgürlük ve rahatımızı düşünürüz.
Biz bu gidişle adam olmayız.
Çünkü sorunumuzun temelinde neyin olduğunun farkında değilizdir.
Oturduğumuzda düzelmeyen sosyal hayatımızın sebeplerini araştırmak yerine, ya vurgun yapmayı, ya da yiyeceğimizi en son da yediğimiz üzerine konuşuruz.
Aslında yediğimiz bir şey de yoktur halttan başka.