FETÖ MÜNAFIKLARINI TANIYALIM

Asırlardır okumadığımız, okuyup anlamadığımız bir kitabımız var ya, işte bu kitabı okuyunca başımıza gelen işlerin, düşüncelerimizin, hayatın farkında oluyoruz.
 
Kur’an’dan bahsediyoruz.
 
İnsanı yaratan Allah’ın bir kılavuz olarak gönderdiği mucizeden.
 
Allah Resulü’nün, “Sımsıkı sarılınca delalete düşmezsiniz” dediği kitaptan.
 
O kitap, yeryüzündeki insanları iki topluluğa ayırıyor. Bir topluluk Allah’ın fırkası, diğeri şeytanın fırkası. Ve münafıkları da şeytanın fırkasından sayıyor.
 
Şeytanı ve şeytanın dünyadaki uşaklarını rehber edinmiş, dost tutmuş olan bu fırkanın bir kısmı olan münafıkların en belirgin özelliği şeytanı veli olarak seçmeleri, üstelik bu seçimlerini de gerçekten doğru bir yol olduğunu sanmalarıdır.
 
Bir kişinin münafık olması için mümin topluluğun içinde olması ve onlara gizli veya açık zarar vermeye çalıştıktan sonra belli olmasıdır. Bazen bu ortaya çıkışları hesap gününe kadar uzar. Münafık, Allah’ı tanır bilir, ayetleri okur, gerekirse ibadet de yapar. Konuşunca onu dinlemek istersin. Ağzı iyi laf yapar. Yolunu tuttuğu şeytan, bir kabukla kaplanmıştır ki içindekinin ne olduğunu bilmez.
 
“Allah” diyerek Allah yolunda olanların önüne çıkan münafık, neden bu yoldadır diye sorulacak olursa, bunun cevabı da Kur’an’dadır. “Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır.” (Bakara, 10)
 
Şeytan’ın münafığa ilk telkini “büyüklük”tür. Münafık, kalbindeki hastalığını büyüklük ile bastırmaya başladıkça her türlü yolu dener. Şeytan bunu yaparken hiç zorlanmaz. Çünkü ona uyanlar kendi arzularıyla peşine koşmuşlardır.
 
Son yıllarda ülkemiz insanı en çok münafıkların yaptıklarından zarar gördü.
 
İşte 15 Temmuz olayı ile dökülen kanın sebebi de malum Fethullahçı Terör Örgütü’ne katılarak şeytanın izinden gidenler değil mi?
 
FETÖ’cüleri hayatım boyunca izledim.
 
Kalplerinde büyüme hırsı vardı. Büyük adam olma, makam mevkiye gelme, para kazanma, lider olma, iş sahibi olma, müdür olma gibi dünyevi arzuları hep zirvedeydi. Bir işi bitirince hemen diğerine başlarlar, bunu da İnşirah ayetiyle desteklerlerdi. Oysa tüm çabaları kendi nefisleri içindi.
 
Hayatları kuruntuyla doluydu. Bir abdest almayı bile mesele edinip, uzun uzun bunun üzerine konuşurlardı. Yok dirsek ıslandı mı, yok şuraya su değdi mi diye kuruntu beslerlerdi. Bu kuruntuları da şeytandan dı elbette. Boş ve saçma kuruntuları, zayıf imanlarından kaynaklanıyordu. Onlara göre bunlar olağanüstü önemliydi.
 
Hep bir vaad peşinde koşarlardı. Nisa suresi 120. Ayette belirtildiği gibi, “Şeytan onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey vaat etmez” Şeytanın onlara vaatleri dünya hayatına yönelikti. Şeytan oldukça zeki olduğu için, münafıkların dünya malına olan bu zaaflarını kullanırdı. Din olarak dünya hayatını seçmişlerdi. Makam, mevki, şöhret, zenginlik, güzellik yada gözde olmak tek amaçlarıydı.
 
Bu münafıklar şeytan gibiydiler.
 
Her an, her yerde ortaya çıkabiliyor, insan suretine girebiliyorlardı.
 
Aynı Peygamberimizin devrindeki gibi, insanların yanından ayrılıp kendilerine benzer kişilerin yanına gittiklerinde, şeytanlarıyla baş başa kalmış oluyorlardı. Ve kendi aralarında gizli toplantılar, gizli fısıldalaşmalarda bulunarak düşmanlık ve isyan gibi çeşitli planlar hazırlıyorlardı.
 
Bu münafıkların milyonlarca insana dost görünmesinin sebebi, onlar gibi ibadet etmeleri, Allah demeleriydi. Gerçekte iman etmedikleri halde iman etmiş gibi görünmeleri, kalplerindeki ile dillerindekinin birbirinden farklı olmasıydı.
 
Oysa kalplerindeki tek amaç kendi nefisleri ve menfaatleriydi.
 
Maddi menfaat edinmek istediler.
 
Çevrelerini ve prestijlerini arttırmak istediler.
Allah’a ve ahirete inançları yüzeyseldi. Öyle olmasıydı ölümü düşünür, yaptıklarından vazgeçerlerdi.
Allah’a olan imanlarını, niyetlerini bozduktan sonra kaybetmiş ve inkara sapmışlardır.
Mümin insanların içinden çıkarlar. Kendilerini mümin olarak tanıtmak konusunda oldukça yeteneklidirler. Mümin gibi namaz kılar, Allah’ı anarlardı.
 
Ruh halleri de bozuktu bunların.
Fitneci karakterleri vardı. Bütün uğraşları fesat üzerineydi. Daima toplumda bozgun çıkarmaya, sıkıntı üretmeye çabaladılar.
 
İnkarcıları dost ediniyorlardı.
Kuvvet ve onuru inkarcılarda aradılar. İslam tarihinde Said Nursi’den sonra Papa’ya mektup yazarak kuvvet ve onur kazanmak amacıyla birliktelik öneren ikinci kişi FETO idi. Münafıkların bütün değer yargıları sapkın olduğu için inkarcılara bakış açıları da tamamen müminlerden farklıydı. Çünkü inkarcılardan çıkar sağlıyorlardı. Bu nedenle onları hoşgörüyle karşılıyor, sevgi besliyorlardı.
 
Güvenilmez insanlardı.
Tıpkı AK Parti hükümetine destek verdiklerini açıklayıp, ardından kuyu kazmaya başladıkları gibiydiler. Yaptıkları anlaşmaya sadık kalmazlardı. Fitne ve fesat çıkarmaya düşkünlerdi. Herhangi bir zorluk, sıkıntı anında sözlerini itimat edilecek kişiler değillerdi.
 
Yalancılardı.
Yalanı alışkanlık haline getirmişlerdi. Hiç düşünmeden, hesapsızca yalan söylerlerdi. En büyük yalanları birbirlerine karşıydı. Hepsi menfaat için bir araya geldiği halde, Allah rızası için bir araya geldikleri yalanını birbirlerinin yüzlerine söylerlerdi.
 
Birbirini tutmayan sözler söylediler.
Hayatları aslında çelişki içindeydi. Sık sık yalan söyledikleri için sözleri birbirini tutmazdı. Çünkü doğruyu konuşmazlardı.
 
Tevekkülsüz kişilerdi.
Gelecek kaygısı onları büyük bir hırsla kaplamıştı. Daha büyük, daha çok, daha fazlanın peşinde idiler. Kişinin Allah’a duyduğu güven ve teslimiyetin adı olan tevekkül bunlarda yoktu. Sürekli kaygılıydılar.
 
Hemen umutsuzluğa düşerlerdi.
Gelecek kaygıları, umutsuzlukları sebebiyle ruh halleri bozuktu. Doğal olarak yaşamları boyunca sürekli kendi menfaatlerini arttırma peşindeydiler.
 
Kibirliydiler.
Hem de haksız ve gereksiz bir kibir ve büyüklenme içindeydiler. Bu kibir, şeytana uymanın sonucuydu. Böylece alçakgönüllü olmanın ve tevazulu davranmanın kaynağı olan imanı kaybetmişlerdi.
 
Kıskançlardı.
Bu münafıkların en önelli özelliklerinden biri kıskanç olmalarıydı. Akıl, heybet, zenginlik ve şöhretin sadece kendilerinde olmasını istediler. En akıllı çocukları seçtiler, en heybetli olan insanlara ve mallara sahip olmak istediler, bu kıskançlıkları içlerindeki kinin daha da artmasına sebep oldu.
 
Tartışmacı ve saldırganlardı.
Tek doğruyu, menfaatleri amacına uydurdukları yalanları olarak bilirlerdi. Bunun için tartışmaktan geri kalmaz, yeri gelirse saldırgan olurlardı.
 
Ölçüyü taşırır ve sınır tanımazlardı.
Devlet imkanlarını ele geçirdiklerinde yapabileceklerinin sonuna kadar o imkanları menfaatlerine çevirirlerdi.
 
Nankörlerdi.
Menfaat peşinde koşmaları, onlara aldatıcı bir kazanç sağlayınca yokluk günlerini unutmuşlardı. Kendilerinden olmayan hiç kimseye fayda sağlamıyorlardı.
 
Çoklukla övünüyorlardı.
En çok gazete abonesi, en çok başarılı öğrenci, en çok üniversite kazanan, en çok devlet memuru olan, en çok zengin olan, en çok mal üreten onlardı. Övünç kaynakları sahip oldukları dünyevi değerlerdi.
 
Şımarmış ve sevinçliydiler.
Kendilerini çok beğeniyor, her zaman en üstün ve en akıllı olduklarını sanıyorlardı. Nimetlere kavuştukça başarılarıyla elde ettiklerini sanıyor, değerlerinin anlaşıldığı zannına kapılıyorlardı. Oysa Allah onları denemek için nimetlerini artırıyordu “Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular. “ (En’am, 44)
 
Nimetleri üstünlük konusu etmişlerdi.
Karun gibiydiler. Servetleri hak ettiklerini düşünüyorlardı.
 
Korkak karakterliydiler.
Tıpkı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a suikast timindekiler gibi bir olay Peygamberimiz döneminde de yaşanmıştı. Şeytani bir mantığı tüm bedenlerinde taşıyan bu münafıklar aslında hiç de cesur bir karaktere sahip değillerdi. Savaşın zorlu anında peygamberi bırakıp kaçanlar gibiydiler. Başarısız olduklarında tüm cesaretleri kırıldı, korkaklıkları ortaya çıktı. Günlerce dağlarda dolaşıp çaresizce bir kurtuluş yolu aradılar.
 
Cimriydiler.
İnfaktan bahsedip, insanların ellerindekini alıp kendileri için biriktiriyorlardı. Almayı biliyor, vermeyi bilmiyorlardı. Bütün çabaları maddi imkanlarını arttırmak olduğu için cimriydiler. Çevrelerine de tutumlu olmak, tasarruf etmek, israf etmemek maskesi altında cimriliği emrediyorlardı.
 
Keskin dilliydiler.
Korkak ve zayıf yapıların rağmen keskin dilleriyle öne çıkmayı biliyorlardı. İnsanların yolları önüne  oturup, keskin dilleriyle onları yollarından çevirmeye çalışıyorlardı.
 
Şüphe içindelerdi.
Sürekli kuşku ve tereddüt yaşıyorlardı. Vicdanları bir türlü rahat değildi. Bir yanda içinde oldukları toplumun samimiyeti, diğer yanda kendi nefislerinin sahtekarlığı olduğu için şüphe ve huzursuzlukları geçmiyordu. Bu nedenle insanlara güvenmiyor, herkesten şüpheleniyorlardı. Her an irilerinin kendilerine bir oyun oynayacağından korkuyorlardı.
 
Zalimlerdi.
Ellerine imkan geçince zulmün en büyüğünü yapabileceklerini 15 Temmuz 2016 gecesi insanların üzerine tankları sürerek, uçaklardan bombalar atarak, uzun namlulu silahlarla ateş açarak, tanklarla top atarak gösterdiler. İman ettikten sonra imanlarından döndükleri, şeytanı rehber edindikleri için zulüm dolu bir hayatın içine düşmekten kurtulamadılar. Tüm hayatları boyunca çabaladıkları huzur ve güvenlik dolu bir hayatları da kalmadı.
 
Dış görünüşleri aldatıcıydı.
Hepsi en iyi markalardan temiz ve güzel giyinir, traş olur, fiziki olarak çok güzel görünmek isterlerdi. Bu tutumları kibir eseri olduğu kadar, insanlara hoş görünüp, onları aldatmak istemelerinden de kaynaklanıyordu.
 
Yaratılmışların en aşağılık olanlarıydılar.
Kalpleri vardı ama gerçeği kavrayıp anlamıyorlardı, gözleri vardı bununla gerçeği göremiyorlardı, kulakları vardı bununla doğruyu işitmiyorlardı.
 
Düşünmüyorlardı.
Cehaletin ve sapıklığın en bilinen yönü düşünmemektir. Kendileri düşünmek yerine, onların yerine rehber edindikleri şeytana uyuyorlardı. Böylece sağlıklı kaldıklarına inanıyorlardı. Bir kere uydukları şeytanın yanlış yolda olduğunu düşünselerdi bu tutumlarından vazgeçerlerdi. Düşünmeleri gerektiğinin bilincinde bile değillerdi. Sadece şeytana itaat etmekle mutlu oluyorlardı. Düşünmeye karşı adeta kendilerini mühürlemişlerdi. Böylece akleden bir varlık olmaktan çıkmışlardı.
 
Akletmiyorlardı.
Kişinin yalnızca dış görünümünün insan olması, akıl gibi bir yeteneği taşıdığına delil değildir. Bu münafıklar, akıllı taklidi yapıyorlardı. Akletmeyen bir varlık oldukları, sadece önlerine konan bilgiyle yetinmelerinden anlaşılıyordu.
 
Kavrayamıyorlardı.
Düşünmeyerek şuurlarını doğru olana kapatmışlardı. Kalplerinin üzerine kilit vurulmuştu. Allah da bu kilidi mühürlemişti. Sahtekarlıkları ile doğru orantılı olarak bütün akıl ve kavrayış güçlerini kaybetmişlerdi. Sadece kötülük ve isyan düşündükleri için kendilerini ilgilendiren bir geleceği kavrayamadılar.
 
Yüzlerinden ve konuşmalarından tanınıyorlardı.

Bu münafık teröristler fark edilmemek için büyük çaba harcamalarına rağmen tanınıyorlardı. Allah, münafıkları tarif ederken şunları bildiriyor: “Eğer biz dilersek, sana onlar elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın.” (Muhammed, 30)