Ülkedeki eğitim konusunu ne zaman ele alsak sorunlar yumağı ile karşılaşırız. Sorun büyüktür, çözüm yolları bellidir ama siyasi sebepler veya başka kaygılar nedeniyle ülkenin yüzlerce yıllık geleceğini etkileyecek olan eğitimdeki sorunları çözmeye yanaşılmaz.
Eğitimde sorunları aşacağız, herkes eşit eğitim öğretim hakkına kavuşacak denilerek gelen her siyasi irade ne yazık ki bu sorunun içinde boğulmuştur. İşin ilginç tarafı ekonomide, savunmada, sağlıkta yapılan hatalar üst üste gelince seçmen hükümeti değiştirme eğiliminde olurken, eğitimdeki sorunlar ne kadar büyürse büyüsün, bu sonucun sandıkları yansımamasıdır.
Demek ki insanlar pahalılıktan şikayet ediyor, sağlık hizmetinden veya terörden şikayet ediyor ama eğitim öyle pek umurlarında değil. Eğitimi umursamıyoruz. Zengin olan paralı okullarda okusun, özel ders alsın çözüm olarak. Zengin olmayan da bozuk eğitim sistemi çarkında heba olsun anlayışı hakim olmuş.
AK Parti iktidarı süresince eğitimde önceki yıllara nazaran önemli gelişmeler kaydedilmesine rağmen hedeflenen başarı seviyesinin yakalanamamış olması da üzücüdür. Eğitimin 4+4+4 şeklinde verilmeye başlanması, okullarda kılık kıyafet serbestisi, akıllı tahtalar, dağıtımı hayal olan tablet bilgisayarlar, okul sütü, sınıf pikniği, bayramlar, veli toplantıları derken eğitim yılı geçip gidiyor. Öğrencinin alacağı eğitim yeterli mi değil mi, hangi öğrencinin kapasitesi nedir ve buna göre nasıl bir program uygulanmalıdır diye kesinlikle bir kaygı yoktur.
Eğitim sistemi iyi kötü bir düzene oturtulmuş, müfredat belirlenmiş olsa da eğitimcilerin, nam-ı diğer öğretmenlerin ihmali mi sistemi bozmaktadır diye düşünüyorum.
Bana göre sistemi bozan öğretmenden başkası değildir. Öğretmenliği bir meslek veya merak olarak yapmayıp, sadece geçimini sağlayacak bir kapı olarak görenlerin, küçücük çocukların hayatlarını karartmaya hiçbir hakkı yoktur.
Eğitim sistemini düzeltmeyi konuşmaya başladığınızda, önce işin baş aktörü öğretmenleri düzeltmeyi konuşmalısınız. Bizim mahallenin okulundan bilirim. Bir bayan öğretmen vardı. Benim çocukla birlikte 40 çocuğun öğretmenliğini yapıyordu. Okula gelmesi bir alem, ders yapması başka bir alem, eve dönmesi bambaşka bir alemdi. Kadının kocası işsiz olduğu için çocuklara o bakıyormuş. Üçüncü çocukları da engelli. Kadın evdeki üç çocuğu ve eşiyle uğraşmaktan bitap düşmüş halde okula hergün geç geliyor, sınıfın penceresinden şahit olduğum kadarıyla sürekli çocukları azarlayarak vakit geçiriyordu. Çocuklar eve gelince öğretmenlerinin yaptıklarını anlatıyor, kendilerine beddualar savurduğunu söylüyordu. Öğretmenini değiştirmek istediğimizde zaten okulun yıl sonu geldi. Başka okula geçtik. Buradaki öğretmen de onu pek aratmayan erkek bir öğretmendi. İşi gücü sosyal etkinlik, resim, müzik, takla atmaktan öteye geçmeyen biriydi. Okulun bitmesine iki ay kala dersleri bir tarafa bırakıp, bir saatlik yılsonu etkinliği için provalara başlamıştı. Çocuk birinci sınıftan alamadığı eğitimi üst sınıflarda da tamamlayamadı. O sınıftan bir sürü okuma yazma bilmeyen çocuk bir üst sınıfa teşekkürle, takdirnameyle geçti!
Çocuk şimdi ortaokula geldi. Okumayı kendi çabasıyla yarım yamalak çözse de meşhur el yazısı işini hala çözemedi. Dört yıl boyunca bu çocuk el yazısı yazamaz, beceremiyor, düz yazı yazsın desek de ısrarla el yazısı önermeleri sonucu yazı yazmayı öğrenemeden ortaokula geldi.
Bakalım bozuk sistemin eseri olan yavruların hali ne olacak.?