Ulu çınarın gölgesi nice insanlara bağrını açtı, Müslüman-gayrimüslim asırlarca hoşgörü içinde yaşadı.
An oldu İstanbul fethedilirken Rumlar, "Istanbul'da Latin kulahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz" dediler.
An oldu bir savaş iki namaz arası kadar kısa sürdü. (Mohaç Meydan Savaşı 1526)
Ve anlatılıp bitirilemeyecek kadar çok tarihi olaylardan sonra takvimler 1914'e gelince kaynamakta olan dünyada I. Dünya Savaşı patladı. 4 yıl süren bu savaş Osmanlı'nın da sonuydu.
Dört bir yanda zorlu muharebeler yaşayan devletin en çetin cephesi hiç şüphesiz Çanakkale'ydi.
Çanakkale'nin Gelibolu yarımadasında yaşanan savaş nice destanlara konu olmuş, nice ağıtlar söyletmiştir. Nice analar da gencecik kuzularına İsmail'in yolundan gittiği belli olsun diye kınalar yakmıştır.
Büyük gemilerimiz yoktu, Allah'ın izni ile Nusret'imiz vardı.
Son teknoloji donanımlı ordumuz yoktu, Koca yürekli Seyit Onbaşımız vardı.
Ve geçilmedi Çanakkale, 250 bin şehit Hakka yürüdü. Şehitler canlarıyla siper oldu, Çanakkale oldu "Candankale"
Peki bugün bize düşen ne? Bu tarihi sadece bir gün kısa bir süre anmak yeter mi? Tabi ki hayır. Öğrensek yeter mi? O da hayır. Hem öğrenmeli hem de yeni nesle öğretmeliyiz.
Japonlar çocuklarına Hiroşima'yı, Nagazaki'yi tanıtırlar, böylece geçmişten ders alırlar. Robot fabrikalarına götürürler burda da gelecek adına ufuk açarlar.
Anzakların bile Dünya'nın öbür ucundan gelip tarihini öğrendiği yer olan Çanakkale'yi unutmayalım. Yeni nesillere anlatalim.
"Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer" diyen Mehmet Akif Ersoy öğretir bize Çanakkale'nin büyüklüğünü.
Çanakkale tarihini öğrenmek ve gençlere öğretmek dileğiyle...