BU MİLLET HANI NEDİR VAR MI Kİ DÜNYADA EŞİ?

Bir hayal gibi ama neden olmasın?

Urfa’nın bağrında yatan kültür hazinesi Millet Hanı hakkında, değerli ağabeyim Yusuf Sabri Dişli’nin ve benim sosyal medyada yaptığım paylaşımları, gazetemiz editörleri haberleştirmiş. Tarihi hanın artık hayata katılması için ütopik düşüncelerimiz belki de bu haberle gerçeğe dönüşür.

Hani olsa da fena olmaz yani.

Mesele şu: Tarihi Millet Hanı’nın belediye başkanlığı binası olması ihtimali.

Bugün Eyyübiye Belediye Başkanlığı, Balıklıgöl civarındaki tarihi bir evde hizmet vermiyor mu?

Belediyeyi ziyaret eden yerli yabancı herkes, o tarihi mimariyi hayranlıkla seyrediyor. Tıpkı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bahsettiği gibi, “Tarih ve modernite” bir arada orada yaşıyor.

Ben o paylaşımı yaparken, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde İstanbul Fatih’te yaptığı konuşmadan esinlendim. Bakın Cumhurbaşkanımız ne diyordu: “Bundan sonra hamdolsun, medeniyetimizin hem ihyası hem inşası için çok daha fazla gayret gösterme imkanına sahibiz. Fakat ben valilerimiz, belediye başkanlarımızdan rica ediyorum; lütfen şu dikey yapılaşmaya illerimizde, ilçelerimizde müsaade etmeyelim. Bu konuda, bizim mimari anlayışımızda yatay mimari esastır, biz buna odaklanmalıyız. Fevkalade şartların dışında buna odaklanmamız halinde şehirlerimizin çok daha güzel olduğunu, çok daha farklı olduğunu göreceksiniz. Şehirlerimizin çirkin binalarla kirletilmesine daha fazla tahammül edemeyiz. Köylerimizi, yaylalarımızı çirkin yapıların istilasına izin vermemeliyiz. Sadece ihtiyaca, skora veya kemiyete değil, kaliteye, estetiğe, keyfiyete de önem vermek zorunda olduğumuz bir döneme girdik. Bakanlıklarımızdan belediyelerimize, meslek kuruluşlarımızdan vatandaşlarımıza kadar herkesi, bu yeni anlayış doğrultusunda çalışmalarını gözden geçirmeye davet ediyorum.

Medeniyetimizin her bir eseri, bizim yitik hazinemizdir, nerede bulursak orada sahip çıkacak, takipçisi olacak, fırsatını bulduğumuzda da ayağa kaldıracağız. Unutmamalıyız ki Biruni'nin astronomisi, Farabi'nin felsefesi, Cabir'in matematiği, Sinan'ın mimarisi, İbn-i Haldun'un sosyolojisi, Itri'nin musikisi, Şeyh Hamdullah'ın hattı, medeniyetimizin işte bu şehirlerinde vücut bulmuştur. Dolayısıyla biz sadece taşa, tuğlaya, toprağa, ahşaba, demire değil, aynı zamanda medeniyetimizin bu değerlerine de sahip çıkmış oluyoruz.

Restorasyon deyince aklımıza içimizi acıtan nice görüntü de geliyor. Ülkemizde tüm gayretlerimize rağmen hala önüne geçemediğimiz şekilde tarih ve kültür cellatları kol geziyor. Güya aslına uygun şekilde restore edilen ama duvarlarındaki horasan sıvalarının kazınıp üzeri çimentoyla, kumla kaplanan nice eserler duyduk, gördük. Restorasyon adı altında asırlık taşları, tuğlaları sökülüp yerine kalıpla çimento dökülen nice surlar, binalar duyduk, gördük. Her santimi el emeği, göz nuru ahşap işleme kapıları, pençeleri, pervazları sökülerek, yerine plastik ürünler konulan nice konaklar, evler duyduk ve gördük. Bir dönem tarihi camileri yıkma, yıkılamayanları da depo, işyeri, hatta ahır olarak kullanma, açma modası vardı. İstanbul başta olmak üzere Anadolu'nun dört bir yanında bu tahribatın izlerini halen görüyoruz. Restorasyon adı altında sergilenen tarih ve kültür facialarının bu anlayıştan bir farkı yoktur.

Türkiye'nin restorasyon konusunda oldukça birikim kazandığını, gerek kamu kurumlarının gerekse vatandaşların tarihi eserlerin yenilenmesinde bu birikimi kullanmaları gerektiğini vurgulayan Erdoğan, sorumluluk sahipleri başta olmak üzere herkesin en üst düzeyde hassasiyet göstermesi gerektiğinin altını çizmişti: "Bunun için restore edilerek yeniden medeniyetimize kazandırılan eserlerin, buraların kıymetini bilecek, hakkını verecek, buralara sahip çıkacak kuruluşlar tarafından kullanılmasını önemli görüyorum. İçinde ibadet edilmeyen bir cami, içinde yaşanmayan bir konak, içinde faaliyet gösterilmeyen bir medrese, içinde hayat olmayan hiçbir yapı kalıcı olamaz. Çünkü her şey insanla vardır, insanla değer kazanır. Bir eserin kıymetini bilmek demek, onu doğru ellere, ehil insanlara teslim etmek demektir. Elbette denetim yapılır, kontrol ihmal edilmez, gerektiğinde tamirat tadilat, bu yola da başvurulur, ama işin esası bu olmalıdır, insan, insan..."

Eli kalem tutanlar, dili dönenler, fikir üretenler, fikrini açıklayabilenler ve bunun için mücadele edenler geleceğe yatırım yapanlardır. Biz de şehrin aydınları olarak bu konuyu titizlikle takip etmeli, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ifade ettiği gibi, medeniyetimizin yitik hazinesini nerede bulursak orada sahip çıkacak, fırsatını bulduğumuzda da ayağa kaldıracağız.

İşte medeniyetimizin yitik miraslarından biri olan Millet Hanı, yüz yıllık ihmalin sonucunda bugün bir dönüm noktasında bulunuyor.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısını bu vesile ile ben de yerele yayıyor, Valiliğimizi, Belediyelerimizi, meslek kuruluşlarımızı ve bu yeni anlayış doğrultusunda herkesi Millet Hanı’nın kurtarılması için harekete geçmeye davet ediyorum.

Bir anı: Yıllar önce Haleplibahçe’de Temalı Park inşaatı için yapılan temel kazısında, bugün dünyaya tanıttığımız Haleplibahçe Amazon Mozaiklerinin bir kısmı ortaya çıkmıştı. Prof. Dr. Abdullah Ekinci gazeteye uğradığında konudan bahsetmiş, ama üzülerek üzerinin örtüleceği bilgisini paylaşmıştı. Derhal soluğu orada aldım. Güvenlik görevlilerinin engellemesine rağmen adeta hırsızlık yapar gibi gizlice alana girip, bahsedilen mozaikleri buldum. Üzerindeki örtüyü açıp birkaç kare fotoğraf çektim. Hemen dönüp gazetede bunu haber yaptığımın ertesi günü kızılca kıyamet koptu.

Vay sen nediye bu haberi yaparsınlar, yok önemsiz birşeymiş de, müzeye taşınacakmış da. Bu haberi yaparak Urfa’ya gelecek trilyonluk yatırımlara engel oluyormuşum da bilmem daha neler..

Haberi yaptık, konuyu gündeme taşıdık. O dönem Hizmet gazetesi yazarı olan Yusuf Sabri Dişli ağabeyimiz de konuyu ulusal boyuta taşıdı. Heyetler geldi, incelemeler yapıldı. Sonunda ortaya çıktı ki, bu mozaikler dünyanın en değerli mozaiklerinin sadece bir parçası. Haberlere devam edip, alanın tamamının araştırılmasını istedik, sondaj çalışmaları yapıldı ve başka bulguya rastlanmadığı bilgisi verildi. Bugün Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin olduğu yerde yapılan sondaj alanına da gizlice girip görüntülediğimiz Selçuklu dönemi mezar taşları görmezden gelinip üzeri örtüldü.

Ama o zaman yine durmadık. Haleplibahçe’de Mozaik Müzesi yapılması fikrini ortaya atıp, animasyon çalışmalarını da yaparak gazetede haberleştirdik. Böyle olması gerekir dediğimizde de bize güldüler. Ama bugün dediklerimiz oldu ve Şanlıurfa, dünyanın en değerli mozaiklerine ev sahipliği yapan Mozaik Müzesine hem de tıpkı bahsettiğimiz şekilde kavuştu.

Dileriz Millet Hanı da bir an önce hak ettiği değeri görür ve bin yıllık tarihi bir mekan, hem işleviyle hayata kazandırılır hem de milyonlarca turistin görmek için can attığı bir eser olarak ihya edilir.

Bu konuda başta Şanlıurfa Milletvekilimiz Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Ahmet Eşref Fakıbaba’nın, Sayın Valimiz Abdullah Erin’in, Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Nihat Çiftçi’nin gereken hassasiyeti göstereceğine inanıyorum.

Bir milletin yeniden dirilişinin destanını yazan Mehmet Akif Ersoy’un, Çanakkale Şehitlerine şiirine aklım giderek uyarlıyorum, “Bu Millet Hanı nedir, var mı ki dünyada eşi” diyerek,  gelin tüm Urfa halkı olarak bu tarihi değerimizi gündemden düşürmeyelim, tarihimize sahip çıkalım çağrısı yapıyorum.