Aynı din için canını verirken, aynı toprak için birlikte çarpışırken ne oldu da Kürt olan kardeş bu oyuna geldi?
Hayır, oyuna gelen Kürt kardeşlerimiz değil.
İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın topla, tüfekle yapamadığını bir avuç kandırılmış eşkıya ile başarmaya çalışmasından başkası değil Kürt hareketi diye kan akıtan vahşet.
Binlerce yıldır kardeşçe yaşayan, kız alıp veren Kürtlerin, Türk ulusalcılığı karşısında İngiliz’in kucağına oturmasından başkası olarak açıklanamaz Kürtçü terör.
80’li yıllarda ve daha öncesinde Kürt vatandaşları Türkçe konuşmaya zorlayan, Kürt olduğu halde çocuklarına her sabah “Ne Mutlu Türküm” dedirtmeye çalışan anlayış, ne yazık ki Kürt çocuklarına “Türküm” dedirtmekle “Türk” yapamadı.
Ülkenin batısında veya doğusunda Türk olan çocuklar “Ne mutlu Türküm diyene!” derken göğsü kabarır gururlanırken, Kürt çocukların psikolojisi bozuldu.
Türkçe bilmeyen Kürt çocuğunun ilk öğrendiği Türkçe kelime olmuştu “Ne mutlu Türküm diyene!”
Biz Türkler olarak bunu ne kadar severek ve bağırarak söyledikse bu sloganı, Kürt çocuğu olan arkadaşlarımız kalabalıkların arasında “Ne mutlu Kürdüm diyene!” diyerek bağırıyordu. Ama sesleri öyle cılız kalıyordu ki, Türküm diyenlerin arasında kaybolup gidiyordu.
Türk devletinin istediği tek şey, Kürtlerin hepsinin Türkçe öğrenmesi ve “ben Türküm” demesiydi. Bunun için çok uğraşıldı. Kürtlerin çok büyük bölümü Türkleşti de. Ülkenin batısında yaşayan Kürtlerin çoğu kendi dillerini bile unuttu. Ancak doğudaki Kürtler için Türkleşme kolay olmadı. Siyasi istikrarsızlıklar, dış güdümlü yönetimler doğudaki Kürtlerin hep aleyhine işledi. Ülkede cirit atan misyonerler, batılı kışkırtıcıların uşakları nihayetinde doğulu Kürtleri ayartmanın bir yolunu buldu ve bu ayartma ile malum emellerine bir kapı aralamış oldular.
Doğu şehirlerine yol gelmesi, okul gelmesi, hastane gelmesi medeniyet demekti ve bu medeniyetin gelmesi demek ayartılan bu milletin kaybedilmesi demekti.
Nihayetinde 150 yıllık bir batı projesi olan bağımsız Kürdistan fikriyle kurulan terör örgütü PKK, kimi zaman baskı ve şiddetle kimi zaman çaresiz bırakılan Kürtlerin taraf tutma mecburiyetinde bırakılması nedeniyle bugünlere kadar geldi.
90’lı yıllara kadar dağdan inerek yol kesen bir eşkıya teşkilatı olarak bilinen terör örgütü, 90’dan sonra şehirlere indi ve yayılmaya başladı. Siyasi uzantıları nedeniyle kendince bir meşruiyet zemini bile kazandı. 2000’li yıllardan sonra ise teknolojik imkanlara sahip, kendi yayınını yapabilen, gençlik yapılanmalarını örgütleyen büyük bir organizasyon halini aldı.
Bağımsız Kürdistan düşüncesinin zirve yaptığı noktada elebaşısı elegeçirilen örgüt, dağılma sürecine girdi ve AK Parti iktidarının başarılı siyaseti sonucu silah bırakma noktasına geldi.
Önce Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi adıyla başlayan, daha sonra Çözüm Süreci adıyla süren ilerlemeler neticesi Kürtleri rahatsız eden çok şey ortadan kaldırıldı. Artık Kürt çocukları okul sıralarında “Ne mutlu Türküm diyene!” şeklinde bağırmayacak, Kürtler kendi yayınlarını kurabilecek, okullarını açabilecek, dillerini serbestçe konuşabilecek bir ortam kazandılar. Meseleye insani bir yaklaşımla bakan herkes, Kürtlere verilen bu hakların doğal olduğunu, yıllarca Kürt olan birine “Ne mutlu Türküm diyene!” dedirterek aslının değişmeyeceğini kabul etti. Dahası devlet Kürtlerin varlığını artık kabul etmiş ve bizzat devlet eliyle Kürtçe eğitim-öğretim verilmeye başlamış, üniversitelerde bölümler kurulmuştu. Hatta Kürtçe yayın yapan televizyon bile artık devlet eliyle yayın yapıyordu.
Şüphesiz bu ilerlemeler karşısında Kürt vatandaşlar oldukça memnundu. Bu sayede AK Parti hem oylarını arttırmayı başardı hem de Kürtlerin yaşadığı şehirlerde, terör olaylarının durması nedeniyle Cumhuriyet tarihinde görülmemiş yatırımlar yapıldı.
Ülkenin insanlarının barışması, akan kanın durması, Türk ve Kürt kardeşliğinin yeniden tesis edilmesi için atılan adımlar, elbette batılı işbirlikçilerin ve sömürge düzeninin uykularını kaçırdı.
“Ne mutlu Türküm diyene!” demeden eğitim görme hakkına kavuşan Kürt gençleri, kendi şehirlerinde üniversite eğitimi alabilecek pozisyona geldiler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana çözüm aradığı Kürtlerin hak talebi, RecepTayyip Erdoğan’ın liderliğindeki hükümetlerin politikalarıyla yerini bulmuş, Kürtler ve Türkler milli birlikteliklerini kardeşlikle pekiştirmeye başlamışlardı ki bombalar patlamaya, kanlar akmaya başladı.
Örgütün komut verince kan dökmeye başlayan teröristleri ve destekçileri için de yıllarca hazırlanan hain planlar devreye konulmaktan hiç geri kalmadı.
Kürt milletini inançsızlaştırma/dinsizleştirme faaliyetleri sonucu terör örgütü bol bol militan kazanma fırsatı elde etti.
Bugün dağlarda bombalar altında can veren, askere, polise kurşun sıkan militanlar belli ki içine girdikleri yolun çıkmaz sokak olduğunu görüyorlar. Örgüte katılan gençlerin yaş ortalamaları düşenken, hayatta kalma süreleri de o kadar kısalıyor. Bu durumun farkında olan vampirler, örgüte sürekli güç katmak için kan akıtmayı birinci yol olarak tercih ediyorlar ki, sonuçta dağda kardeşi ölen birinin de dağa çıkması ihtimal dahilinde değerlendiriliyor.
Sonuçta canı yanan, kanı akan binlerce yıldır birlik ve beraberlik içinde yaşayan Türk ve Kürt halkının evlatları.
Akan kanın durması, kardeşin kardeşe kastetmesinin önüne geçilmesi için ise bugüne kadar alışılagelmiş söylemlerin dışına çıkmak, kuklalara küfretmek yerine kuklacıları göstermek gerekiyor.
Amerikan müttefikliği, Avrupa Birliği sevdasıyla bugüne kadar bu pek yapıldı denemez.
Siyasetçiler kandırılmış Kürt halkının içine çıkıp, delillerini ortaya koyarak terör örgütünün arkasında hangi güçlerin olduğunu, amaçlarının ne olduğunu delilleriyle, ispatlarıyla anlatmaktan kaçındılar. Kürt hakkı diye ortaya çıkan terör örgütünün propagandalarını yerle bir edecek bir siyaseti bugüne kadar hiçbir siyasi oluşum ortaya koyamadı.
Terörün Kürt sorunu dahilinde gerçekleşen bir durum olduğunu kabul etmek, ben Kürdüm diyen kesimin terör örgütüne sempati duymasını sağladı, Kürt haklarını savunuyorum diye ortaya çıkan siyasi örgütlere oy olarak geri döndü.
Oysa terörün amacı Kürt halkının talep ve beklentilerinin yerine gelmesi değildi. Hiçbir zaman da bu amaca yönelik hizmet etmedi.
Kürt halkı köyüne okul istediğinde örgüt engel oldu, Kürt halkı hastane, yol, baraj, iş, aş istediğinde gelecek yatırımın önünü örgüt kesti, iş makinelerini yaktı, insanları öldürdü.
Kandırılmış Kürt halkının gözünde kurtarıcı bir lider pozisyonunda olan, her sözü değişmez hüküm olan Öcalan bile artık sözü dinlenilmeyen, cezaevinde ömrünün sonunun gelmesi beklenilen biri haline geldi.
Oysa Öcalan, kendi örgütünün artık silah bırakması gerektiğini ve Türklerle Kürtlerin aynı çatı altında buluşmasının şart olduğunu ve kendisinin de devlet için çalışmaya hazır olduğunu beyan etmişti. Kürt halkının lider olarak belirlediği Öcalan ile devlet görüşmeye başlamış, kalıcı barış ortamının sağlanması için müzakereler yürütülüyordu.
İşte Kürt meselesi denen, Kürtlerin emperyalist emellerle kandırılmasının önüne geçecek olan bu siyaset, terör örgütü sahiplerini rahatsız etmeye yetti. Öcalan devre dışı bırakıldı, terör örgütü Kürtlerin hak ve taleplerinin bir hükmünün olmadığını ilan edercesine kurşun sıkmaya, mayın patlatmaya, bomba atmaya yeniden başladı.
Her gün iç içe olduğumuz, aynı sofrayı paylaştığımız Kürt kardeşlerimize, yeğenlerimize durumun böyle olduğunu anlatmak boynumuzun borcudur.
Terör, binlerce yıldır birlikte kardeşçe yaşayan iki kardeş halkın birbirinden koparılarak parçalanmasını amaçlıyor demekten vazgeçmeyeceğiz.
Terör örgütüne ve onun destekçisi siyasi uzantılara meyleden Kürt kardeşlerimize, akrabalarımıza, arkadaşlarımıza, komşularımıza terörün asıl amacının, emperyalist güçlere el değmemiş doğal topraklar kazandırmak olduğunu, ülkenin doğusundaki zengin petrol yatakları olduğunu, Avrupa haçlısının bin yıllık acısının bu terör örgütü eliyle giderilmeye çalışıldığını anlatmaya devam edeceğiz.
Canımız yanacak, askerimiz, polisimiz, insanımız ölecek..
Bu acıyı çok iyi biliriz.
Ancak şunu da çok iyi biliriz.
Aynı oyun 100 yıl önce de oynandı. 250 bin Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Avşar bu vatanı savunmak, bir karış toprağını başkasına kaptırmamak, bayrağını yere düşürmemek için gözünü kırpmadan canını verdi.
Önceki gece Dağlıca’da canını veren askerlerimizin Çanakkale’de gözünü kırpmadan ölüme koşanlardan farkı yoktur. İstanbul’da askerlik yapan Mehmetçikle, Çukurca’da askerlik yapan Mehmetçik arasında fark yoktur.
Kahpe bir pusu ile can veren şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı dilerim.