BİR ALİM GELDİ GEÇTİ

Menfaat edinmek için etrafına insan toplamadı, sakal bırakıp insanları aldatmadı, yalan söylemedi. Kur’an-ı anlattı, hakkı konuştu. Ondan en çok Allah ile aldatanlar rahatsızdı.
Önceki gün bu dünyaya veda ederek Rahman’a kavuşan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün henüz cenazesi defnedilmeden, onun söylediği hakikatlerden rahatsız olanlar eteklerindekini dökmeye, kinlerini kusmaya başladılar. Hayatını Allah’ı tanımaya, Allah’ın insana mesajı olan Kur’an-ı anlamaya adamış bir isim olarak tamamlayan Yaşar Nuri Öztürk hakkında dün bir paylaşımda bulunan Mehmet Faruk Habiboğlu abimiz, ilginç bir ayrıntı tespit etmiş: "Uzun süredir kanser tedavisi gören ilahiyat profesörü Yaşar Nuri Öztürk 65 yaşında, doğum günü olan 22 Haziran'da hayatını kaybetti. 1951 yılında bir Ramazan ayının 17'nci gününde hayata gözlerini açan ünlü ilahiyatçı yine bir Ramazan ayının 17'nci gününde aramızdan ayrıldı. Yani milyonda bir gelebilecek durum Yaşan Nuri'nin doğum ve ölüm gününde gerçekleşti"diyerek yorumda bulunmuştu.
Yaşar Nuri Öztürk, eskilerin tabiriyle haddi aşmadan öldü. Bir Ramazan ayının 17’sinde doğmuş, bir Ramazan’ın 17’sinde ölmüştü. 22 Haziran’da doğmuş, 22 Haziran’da ölmüş. Gerçekten de milyonda bir rastlanabilecek bir durum o muhteremin hayatında kendini gösterdi.
Merhumun vefat haberini alınca ben de sosyal medyada üzüntümü paylaşıp, kendisine rahmet dilemiştim. Bir arkadaş nazire yaparak “İbrahim abi çok mu üzüldün” diye yazmış, ben de “en az bir kitabını okusaydın sen de üzülürdün” cevabı vermiştim. Başka bir arkadaş da yorum yazmış ve hakkını helal etmediğini belirtmiş. Sebep olarak da Yaşar Nuri Öztürk’ün Kur’an mealini göstermişti.
Bu arkadaşın rahatsız olduğu Kur’an Meali, “Kur’an’ın yorum katılmamış ilk Türkçe çevirisi” olarak meşhurdur. O Kur’an Meali ki, 1993-2011 yılları arasında 300’den fazla baskısı yapılmış, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çok baskı yapan kitabı olarak kayıtlara geçmiştir.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ü yaklaşık yirmi yıldır takip eder, sohbetlerini dinler, kitaplarını okurum. Onun sayesinde Allah’ın insanı yaratma gayesini, Kur’an-ı, İslam’ı tanıma şerefine kavuştuğumu söyleyebilirim.
O insan ki, henüz 9 yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş.
İlk Arapça ve Farsça eğitimini en büyük hocası babasından almış.
Henüz 10 yaşında iken Urfa’daki medreselerde ilim tahsil etmiş.
Hukuk ve İlahiyat Fakültelerini bitirmiş.
İslam Felsefesi dalında master ve doktora yapmış.
Bir süre avukatlık yaptıktan sonra üniversiteye geçmiş.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kurucu dekanlığını yapmış, üniversitelerde 26 yıl öğretim üyesi ve dekan olarak görevde bulunmuş.
Mükemmel bir Türkçe bilgisinin yanında çok iyi Arapça, Farsça, İngilizce konuşan bir insan.
Öyle bir insan ki Time Dergisi’nin gerçekleştirdiği 20. Yüzyılın En önemli Kişileri (The Most Important People of 20th. Century) anketinin “En önemli bilim adamları ve ıslahatçılar” listesinde yüz ismin ilk onu arasında yer almıştı.
Öyle bir insandı ki, Türkiye, ABD, Rusya, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar’da İslam düşüncesi, insan ve insan hakları konularında bir çok konferans vermişti.
İslam ve Batı İlişkileri, İslam ve Avrupa, İslam, Batı ve Laiklik konularındaki röporajları ile batı ve İslam dünyasında derin yankılar yapmış biri.
Hayatı boyunca elliyi aşkın eser üreten ve eserleri başta Türkçe olmak üzere Almanca, İngilizce ve Farsça basılan bir devrimci yazar.
İslam alemi ve tüm dünya bilimi içinde bu kadar ses getiren, tezleri ve görüşlerini çürütemeyenlerin sadece şahsına hakaretle yetindiği, 1.60’lık boyuna rağmen dev fikirleriyle dünyanın şerrine meydan okuyan bir şahsiyet hakkında ileri geri konuşmak kimin haddine!
Allah’a, Kur’an’a ve Resulullah’a iman ettiğini diliyle beyan eden, imanın zirvesine eriştiğini ilmiyle ispatlayan, kerameti ilmi olan bir insanı bu kadar hor ve hakir görenlerin kendilerine bakmaları lazım.
Başarınız ne, ilminiz ne kadar, din, hukuk, tarih, felsefe hakkında ne bilgiye sahipsiniz, kaç dil biliyorsunuz, eğitim seviyeniz ne, kaç kitap yazdınız, kitaplarınızı kim okudu, kaç dile çevrildi?
O değerli insanı bir kez daha rahmet ve minnetle anarken, henüz cenazesi defnedilmeden ardından konuşanlara da onun yazdıklarıyla cevap vermeyi uygun buluyorum. Bakın Merhum, Kur’anı Tanıyor Musunuz? adlı eserinin 194’üncü sayfasında ne diyor:
“Din sınıfı (din bilginleri değil), zulüm ve şirk üreten bir sınıftır ve tarih boyunca böyle gelmiştir, böyle gitmektedir. Din sınıfı veya din adamları denen zümrenin birer şirk üretici olduğunu Kur’an ve Peygamber’den öğreniyoruz. Bunun içindir ki, Kur’an’ın böyle bir sınıfa sıcak bakması aklın apaçıklık ilkelerine aykırı olurdu. O yüzdendir ki İslam ne din sınıfına izin verir ne de din adamlığı diye bir mesleğe. Bu tabirler vahyi metinler içinde kelime olarak bile geçmemektedir.
Örtülü şirkin dini istila etmesinde en çok işleyen yol, din temsilcisi sayılan kişilerin (haham, rahip, sahabi, imam, şeyh, mürşit, üstad, efendi, ahunt, seyit v.s) rabler haline getirilmesidir. Kur’an, tam bu noktada, tevhidi şirk bataklığına çeken ehlikitap kitleleri örnek göstererek insanlığı dikkatli olmaya çağırıyor (Hahamlarını ve rahiplerini Allah’ın yanına yöresine konan rabler edindiler. Meryem oğlu Mesihi de öyle. Oysa kendilerine, biricik Tanrı olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti. Allah yoktur O’ndan başka. Onların koştukları ortaklardan beridir O. - Tevbe:31)