Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklini değiştirme planları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde başlamadı. Bu konuyu gündeme getirenler 80’li yıllardan itibaren vardı. Özal döneminde de başkanlık sistemi sık sık gündeme gelmiş, her kesim bu sistemi desteklemiş ama askeri vesayet altındaki bir sistemde anayasayı değiştirmek, başkanlık sistemini getirmeye kimse cesaret edememişti.
Şartlar buna müsait değildi. Asker postalının henüz yönetimden çekildiği 80’li yılların başında ülke öyle günler yaşıyordu ki, başkanlık sistemi düşüncesi sadece üst konumdaki siyasetçilerin ve bazı yazar çizerlerin konusu olabiliyordu. Özal ile başlayan değişim ve dönüşüm toplumun her kesiminde hissedildikçe, kendi kendini yönetme anlayışı da daha geniş bir çevreye yayılmaya başlamıştı. Özal’ın şortla askeri birlik selamlaması ise, “Ordunun devleti yerine, devletin ordusu” yaklaşımının ayak sesleriydi.
Özal’dan sonraki süreçte siyasetin zayıflaması, koalisyonlar dönemi derken başkanlık tartışması da gündemden kalkmıştı. Meşhur 28 Şubat, Ankara’da tankların yürütülmesi, Anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla ekonominin allak bullak olması sadece güçlü bir iktidar arayışı gerektirmişti ki, AK Parti bu beklentilerin zirveye çıktığı dönemde iktidara oynadı ve başardı.
Bugün gelinen durumda “Devletin ordusu” düşüncesi hakim olmuş, yasamadaki aksaklıklar büyük oranda ortadan kalkmış, Cumhurbaşkanı’nı halk seçmiş ve yaklaşık otuz yıl önce dillendirilen “Başkanlık sistemi” yeniden tartışma konusu yapılmıştır.
Başkanlık sisteminin ülkeye getirilmesini isteyen AK Parti ve onun öncüsü Recep Tayyip Erdoğan, böyle bir kamuoyu oluşturma işini bir süre iyi yürütse de “Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin” diye yapılan propaganda kadar başarılı bir çalışma yürütülemediği kesin. Bir yandan “Seni başkan yaptırmayacağız” diye sayıklayan zayıf bir muhalefet, diğer yandan ülkenin dört bir yanını saran uluslar arası destekli terör organizasyonları hızla koşan ülkenin bacaklarına dolaşan ısırgan otu gibi rahatsızlık veriyor. Nasıl ki ısırgan battığı yeri hem acıtır hem kaşıtır ise, terör olayları da ülkeyi bu duruma getiriyor. Terör nedeniyle akan kanlar, yıkılan umutlar, dağılan aileler bir yana bunu bahane göstererek iktidarı suçlu göstererek recmetmeye kalkan muhalefet ve parti içi sancılar bu hedefin önünde yine ciddi engeller oluşturmaya başladı.
Yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusunda oldukça kararlı olmasına rağmen AK Parti’nin başarı grafiğinde ciddi bir aşağı iniş olduğu da siyaseti takip eden her kesimin malumu. Bunun birinci sebebi olarak uluslararası siyasette Türkiye’nin “Statejik Derinlik” hatasına düşmesi, yanıbaşında yaşanan Suriye krizi ve şiddetini arttıran terör olayları sayılabilir. İkinci sebep ise hem AK Parti teşkilatının, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığını yürüten ekiplerin kabul etmeseler de 1 Kasım seçimlerinden sonra zafer sarhoşluğundan ayılamamış olmaları sayılabilir.
İşleri kolay değil. PKK ve IŞİD terörü, FETÖ-PDY olayları, muhalefetin faaliyetlerinin yanında Suriye konusunun Türkiye gündemine olan ağır etkisi karşısında yeteri kadar toplumu yönlendiren, kanalize eden, birlik ve beraberliği sağlayacak ortamı oluşturamıyorlar.
Özellikle FETÖ-PDY operasyonları, Suriyeliler meselesi ve toplumun her kesimi tarafından saygı duyulan bir isim olan Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlıktan el çektirilmesi, bugüne kadar AK Parti siyasetine ve Recep Tayyip Erdoğan’a koşulsuz-karşılıksız destek veren, her şeylerini bu uğurda feda eden çok büyük bir kesimi muhalefet konumuna getirmeye yetti.
Bugün AK Parti’nin yapacağı icraatlarda en önemli olumsuz etkiyi, partiye muhalefet eden partililer yapacak gibi görünüyor.
Bu süreçten sonra gerek anayasa gerekse başkanlık sistemi halk oyuna sunulacak olursa büyük bir risk olduğu artık kesin gibi. AK Parti bu noktadan sonra toparlayıcı bir teşkilat oluşturabilecek mi? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Ahmet Davutoğlu konusunu, Suriyelilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına alınma meselesini, hastane operasyonlarını kamuoyuna ne kadar anlatabilecek ve toplumu ne kadar buna ikna edecek merak konusu.
Görünen o ki, AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı önümüzdeki günlerde büyük zorluklar bekliyor.
Çünkü mevcut destekçileri ne yeni anayasa, ne de başkanlık sistemi hakkında hiçbir altyapıya sahip değiller. Sırf AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan istiyor diye buna fikre destek beklemek nafile bir uğraştır. Kuru kuruya “Gençler yeni anayasa istiyor” demekle bu iş olmuyor. Gençler ne mevcut anayasayı ne de yeni anayasanın ne getireceğini bilmiyor. Başkanlık sisteminin ne olduğunu bilmiyor.
Bu gidişle yeni anayasa da başkanlık sistemi tartışmaları da kuru bir gürültü olarak sürüp gideceğe benziyor.