Sene 1974 veya 75 ilkokul yıllarım Nuri abimin henüz ülkücülükle yeni hemhal olduğu o yıllarda bende onu örnek alma gayretinde olan bir çocuk olarak eve getirdiği koca koca kitapları okumasam da kapaklarına bakıp bakıp yazarın biyografisini okuyacak kadar incelerdim.
Mahallede ve okulda sanki akranlarımdan çok farklıymışım gibi davranıp acayip havalara girerdim.
Her yaz tatilinde Annem, kendi deyimiyle “Zuvahlarda herlıheram” olmayayım diye beni farklı mesleklere çırak olarak gönderirken, o yıl akrabamız olan Terzi Sait Savaş abiye çırak olarak göndermişti. Tesadüf bu ya Sait ağabey Urfa’nın en iyi terzisi olması yanı sıra iyi de bir Ülkücüydü.
Hemen hemen her gün ikindi vakti, Sait abinin dükkanı Urfa’nın ekabir ülkücüleriyle dolup taşarak mini konferans veya münazara alanına dönüşürdü.
Sait abinin yaşıtım olan oğlu Mahmut Adil ile birlikte gelenlere çay söyleme ve soğuk su ikram etme merasiminden sonra sohbete kulak kesilip pür dikkat dinlerdik. O yaşlarda pek bir şey anlamasak da mühim konular olduğunu hissederdik.
O yıllarda, henüz Urfa’da basit kavgalar dışında kriminal olaylar olmamış, Ankara İstanbul gibi şehirlerde olan olayların anarşi olduğunu o yıllarda öğrenmiştik.
Sait abi, sohbetlerinde hep hoşgörüyü, kardeşliği pekiştirici konuşmalar yaparak anarşiden uzak durulması gerektiğini hep tembih ederdi.
Benim Ülkü Ocaklarıyla tanışmam o yıllara denk gelmekteydi, Sait abinin oğluyla birlikte dükkana çok yakın olan Ocağa, çeşitli bahanelerle girip çıkmaya başlamıştık. Mahmut Adil Babasından torpilli, bende hem Sait abinin çırağı olarak tanınıyorum hem de abimin referansıyla Ocağa giriş çıkışlarımızda pek problem yaşamazdık. Anamızın dizinin dibinden ayrılmamış çocuklar olarak kendimizi bir zaman tünelinde hissediyorduk adeta.
Bizim için oraya girip çıkmak çok önemliydi, hatta çıkarken kapısında belki bir iki arkadaşımız bizi görür havamız olur diye biraz oyalanırdık.
Sonraki yıllar işi biraz ileri götürüp parti binasına da giriş çıkışlarımız olmuştur. Hatta bir defasında o zamanlar neden Reis dediklerini sonradan öğrendiğim, Merhum Ahmet Işık ağabeyin “sarı gazoz” ikramını geri çevirmeyerek kürsüye kurulup önümdeki sehpada bitmesini hiç istemeden kasım kasım kasılarak içmişliğimde olmuştur.
Urfa’nın anarşiden uzak bu güzel ortamı, Türkiye’den ayrışarak hep devam ederken, Eğitim Enstitüsünde Apocu ve Kawacıların eğitim dışı faaliyetleri ve anarşi yaratma hevesleri siyasi olayların ufak ufak başlayacağının habercisi gibiydi.
O yıllarda Urfa’nın gözü pek Ülkücülerinin yanı sıra, şimdilerde iş adamı olan Ali Yasak ağabey, efsaneleşen mücadelesiyle eğitim enstitüsünde Apocuların korkulu rüyası olmuş, adeta dizlerini tir tir titretmiştir, sonradan Apocular tarafından verilen isimle “Drej Ali” olarak nam salmıştır.
Her Urfalı gencin idolü olan Ali ağabey ve arkadaşları, o yıllarda vermiş oldukları mücadeleyle Urfa’nın düşmesini engellemişlerdir diyebiliriz.
Ve ilk şehidimiz; 3 Mayıs 1977
Güzel bir bahar sabahında Urfa’da hazan yelleri esiyordu adeta !
Orta okul öğrencisi olduğum o gün Konya Ermenekli Mahmut Bedir öğretmenimizin şehadet haberi tüm Urfa’yı üzüntüye gark etmişti.
İlk şehidimiz olan Mahmut Bedir’in cenaze töreni halen gözümün önündedir, partili partisiz tüm Urfalıların katıldığı bu tören dosta güven düşmana korku salan bir mesaj niteliğindeydi.
Urfalı şehidine sahip çıkmış son görevini yaparak onu tekbirler eşliğinde memleketine uğurlamıştı.
Feraset sahibi Urfalıların o gün vermiş olduğu mesaj; Urfa düşmeyecektir olmuştur.
Hakikaten o günden bugüne, terör örgütü PKK bölgedeki iller de istedikleri zaman açık kepenk bırakmamalarına rağmen, Urfa’da bir tek kepenk bile kapatamamış olmanın sıkıntısını hep yaşamış ve Urfalıların bu Milli mücadelesi karşısındaki şaşkınlıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir.
Bu da sanırım Urfalıların sağduyusu ve Devletinden yana tavır almasından ileri gelmektedir.
Bu vesileyle;
Halen o ilk günkü heyecanımı içimde taşıdığımı belirtip..
Ruhi Kılıçkıran ağabeyden, Fırat Yılmaz Çakıroğlu kardeşime kadar..
Unutmak ihanettir diyerek, tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum…